Quentin Tarantino, modern sinema dünyasının en önemli isimlerinden biri şüphesiz.
Alfred Hitchcock silüetleriyle, Michale Scorsese New York ile, Stanley Kubrick kılı kırk yaran hassasiyetiyle, Nuri Bilge Ceylan da fotoğrafı andıran görüntüleriyle bilinir. Quentin Tarantino ise renkli üslubu, bitmek bilmez heyecanı ve bir miktar şiddet sahneleriyle bilinir. Pespaye olarak adlandırılabilecek gündelik hayat unsurlarını alıp sanat formuna sokabilen ve hiç kimseye benzemeyen bir insan Tarantino. Bu nedenle Tarantino sinemasını anlamak için öncelikle Tarantino’nun gençliğini, hobilerini, sinema dilini bilmek gerekir.
1. Kızılderili Kökleri Bulunuyor.
27 Mart 1963, Tennessee doğumlu olan Quentin Tarantino; İtalyan, İrlandalı ve Kızılderili bir kökenden geliyor. Üvey babası ve annesiyle yaşayan Tarantino, sinemayı annesinin sayesinde sevmiş. Annesiyle birlikte 2-3 yaşlarında sinemaya giden Tarantino, ailesinin Los Angeles’a taşınmasıyla filmlerle daha içli dışlı olma fırsatı bulmuş.
2. Bir Dönem Porno Sektöründe Çalıştı.
Quentin Tarantino, gençlik yıllarında Los Angeles’ta bir video film kiralama dükkanında çalışmıştır. Ancak Tarantino, yakın dostu Charlie Rose ile yaptığı bir röportajda iki kez de porno sektöründe çalıştığını ifade etmiştir. Tarantino 16 yaşındayken tüm gece boyu yanındaki patronuyla birlikte sokakları gezerek porno dergi otomatlarındaki bozuk paraları toplamış. Diğer işi ise erotik sinemalarda insanlara oturacakları koltuğu göstermek olmuş. Ancak çocukluğundan beri sinemaya aşık olan Tarantino bu sinemada gösterilen +18 filmleri hiçbir zaman sevmemiş. Tarantino bu filmleri sevmediğini ne kadar ifade etse de porno sektöründe çalışmamış olsa Pulp Fiction’daki “Orta Çağ” muhabbetini asla izleyemezdik.
3. IQ’su 160 Olmasına Rağmen Liseden Zor Mezun Oldu.
1994 yılında Charlie Rose ile yaptığı aynı röportajda Tarantino, okul hayatını sevmediğini, okul yerine sinemaları daha çok sevdiğini ve bu nedenle liseden zorla üniversiteye gitmediğini ifade ediyor. Tarantino’ya isteyen istediği yorumu yapabilir, ancak kimse onun zeki olmadığını iddia edemez. Tarantino, kendi çabalarıyla bilgi birikimi edinen ve uçak seyahatlerinde bile harıl harıl bir şeyler okuyup yazan bir insan. Buna karşın lise yıllarında Tarantino’nun İngilizce ve tarih derslerini sevdiği biliniyor. Ta o zamanlardan destansı unsurlara ilgi duyan yönetmenin Django Unchained gibi filmlerinde bu sevginin izlerini görmek mümkün. İngilizceyi de senaryo yazımı konusunda kendisine fayda sağladığı için seven Tarantino iyi ki akademiye değil de sinemaya yönelmiş.
4. Yaklaşık 90 Milyon Dolar Servete Sahip.
Tarantino’nun 90 milyon dolarlık bir servete sahip olduğunu düşünülüyor. Ancak Tarantino parayı bulmadan önce otopark ücretini bile ödeyemeyecek kadar parasızdı. Bunun için kısa bir süre hapishanede bile yatan yönetmen şöyle diyor:
“Üç kez sırf otopark ücreti ödemeyemediğim için hapishaneye girdim. Gerçi hapishane hayatını sevdim, orada senaryolarım için gözlem yapma fırsatı buldum. Parasızken kendinize daha çok zaman ayırabiliyorsunuz.”
5. İki Tür Senaryo Olduğuna İnanıyor.
Quentin Tarantino, iki tür senaryo olduğuna inanıyor.
Bir, film senaryosu.
İki, gerçek hayattan daha gerçek senaryo.
Film senaryosunun gerçekdışı olduğunu iddia eden Tarantino; Pulp Fiction ya da Reservoir Dogs filmlerinin gerçek hayattan daha gerçek olduğunu düşünüyor. Senaryo tekniği ile alakalı olarak da şöyle diyor:
“Yazar olarak kendime güvenirim. Bir fikrin olgunlaşmasını beklerken acele etmem. Bir fikri çok erken ya da çok geç almak tüm fikri mahvedebilir. Fikrin olgunlaştığını hissettiğimde ise bu fikre odaklanırım ve esas senaryoya geçmeden önce bu senaryo fikrini destekleyecek unsurlar eklerim. Genelde aklımda birden fazla senaryo fikri olur ve hangisine yönelmem gerektiğin masanın başına oturana dek kestiremem. Ancak içimden bir ses hangisine yönelmem gerektiğini bir şekilde ima eder ve yazmaya başlarım.”
(Senarist olmakla ilgili yazımızda Tarantino’nun da senaryo anlayışına yer vermiştik, göz atmak isteyebilirsiniz.)
6. Madonna’dan Ayar Yedi.
Reservoir Dogs filminin başlangıç sekansındaki karakterlerin Madonna’nın Like a Virgin şarkısı hakkında geyik yaptığını filmi izleyen herkes bilir. Filmdeki karakterler virgin, yani bakire ifadesinin bekaretle ve seksle alakalı olduğundan bahsederler. Filmi izleyen Madonna ise şarkının bulunduğu Erotica albümünü imzalayarak Tarantino’ya gönderir ve albümün üstüne şöyle yazar. “Quentin’e. Virgin ifadesi seksle alakalı değil, aşkla ve masumiyetle alakalı. Madonna.” Diğer bir ifadeyle Madonna’nın Tarantino’yu ayar manyağı yaptığını söyleyebiliriz.
7. Az Daha Meme Ucu Kopuyordu.
Kız arkadaşına hakaret eden bir taksi şoförüyle girdiği kavgada az daha meme ucu kopuyordu.
“Kız arkadaşıma hakaret edince ona yumruk attım. O da göğsümden ısırdı. Tek meme ucuyla yaşamama ramak kalmıştı. Biraz daha büyük bir ısırık alsa şu an tek meme ucum vardı.”
8. Spordan Hoşlanmıyor.
Tarantino spor sevmediğini ifade ediyor:
“Futbol, basketbol sevmem. Pokerin nasıl oynandığı konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Televizyonda spor karşılaşması izlemek bana işkence gibi gelir. Eğer bir maçı sahada izlersem bira içip etrafı izlemek daha çok keyif verir bana. Amerika’da insanlar 2 saatlik bir filme bile dayanamazken sıkıcı ve aptal bir futbol karşılaşmasını nasıl izleyebiliyorlar anlayamıyorum.”
9. Tek Bir Karakterinden Nefret Ediyor.
Tarantino ırkçılığa karşı çıkan bir isim. Öyle ki Django Unchained filminde Leonardo Di Caprio’nun oynadığı ırkçı karakter Calvin Candie, Tarantino’nun şimdiye kadar kendi filmlerinde nefret ettiği tek kötü karaktermiş.
“Normalde filmlerimdeki kötü karakterleri, ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, severim. Bu kişilerin düşünce yapılarını bir nebze olsun anlayabilirim. Ancak Calvin Candie, senaristlik hayatımda nefret ettiğim ilk ve tek karakter oldu.”
10. Irkçılığın Acısını Filmlerle Alıyor.
Tarantino’nun intikam ve ABD’li siyahilere karşı yapılan ayrımcılığı konu alan filmleri, onun ırkçılık karşıtı bir insan olmasıyla alakalı. Ku Klu Klan tarikatının The Birth of a Nation ve The Clansman adlı kitaplarını “şeytani” olarak betimleyen yönetmen, ancak Adolf Hitler’in “Kavgam” adlı kitabının bu kadar iğrenç olabileceğini düşünüyor. Bu nedenle ABD tarihinin en lekeli dönemlerindeki uygulamaların intikamını filmleriyle alıyor diyebiliriz onun için.
11. Şiddet Sahnelerinden Keyif Alıyor.
2003 yılında bir canlı yayın bağlantısında kendisine Kill Bill Vol:1 filminin, insanları cinayet işlemeye teşvik etmesi hakkında bir soran sunucu Jan Wahl, Tarantino’yu çileden çıkaran bir üslupla saçma sorularına devam edince Tarantino. “Bu çok eğlenceli, ekranda şiddet izlemek çok eğlenceli Jan, anladın mı?” diyor. Keza farklı röportajlarında da sinemada şiddet unsurlarını izlemeyi çok sevdiğini, gerçek hayatta şiddete maruz kalma yerine sinemada şiddet unsurlarına maruz kalmanın çok daha iyi bir şey olduğunu vurguluyor Tarantino.
12. Hayali Markalar Üretiyor.
Tarantino’nun filmlerinde ürün reklamı yapmayı ve ürün yerleştirmeyi sevmediği bilinen bir gerçek. O illa bir şirket kullanması gerekiyorsa hayali bir şirket üretiyor filmlerinde. Pulp Fiction’daki Kahuna Burger, Red Apple Cigarettes, G.O. Juice, Jack Rabbit Slims ya da Teriyaki Donuts hayali firmalardan bazıları.
13. Tarantino, Bir Ayak Fetişisti.
Tarantino’nun filmlerine yakından bakıldığında özellikle kadın ayaklarına özel bir vurgu olduğunu görebiliriz. Kadın ayağı çekmekten büyük bir keyif aldığını söyleyen Tarantino’nun, Reservoir Dogs filmi haricinde senaryosunu yazıp yönettiği tüm filmlerde mutlaka bir kadın ayağı yakın planı bulunuyor.
14. Elvis Presley’i Canlandırdı.
Tarantino, gençlik yıllarında aktör olmak istiyordu, ancak bir şekilde kendini yönetmen koltuğunda buldu ve iyi ki öyle olmuş. Gerçi kendi filmleri başta olmak üzere pek çok aktörlük deneyimi olmasına rağmen en ilginci The Golden Girls dizisindeki Elvis Presley rolü. Onun oyunculuğu tartışılabilir, ancak Tarantino büründüğü her rolün hakkını vererek insanların zihninde yer edinmeyi başarıyor.
15. Kendine Has Bir Tarzı Var.
Tarantino filmlerine baktığımızda pek çok filmden esinlendiğini görüyoruz. Örneğin Pulp Fiction’daki dans sahnesinin birebir aynısı Godard’ın “Bande a Part” adlı filminde de mevcut. Ancak bunun çalma olduğunu söylemek abartı olur. Tarantino kimseden bir şey almıyor. O polisiye, macera, western, hangi tür olursa olsun; bir tür belirliyor ve o türü ayaklarından tutup silkeliyor. Janrın özü diyebileceğimiz unsurlarıyla iş yapan Tarantino, bu öze kendi benliğini ve vizyonunu yansıtıyor ve ortaya dört başı mamur bir Tarantino filmi koyuyor. Bu açıdan denebilir ki bir western vardır, bir de Tarantino western’i vardır. Bir polisiye vardır, bir de Tarantino polisiyesi vardır. Yani nasıl kafkaesk roman, kafkaesk film varsa; Tarantinoesk olarak adlandırabileceğimiz romanlar, filmler ve hatta olaylar bile olabilir. Eğer Tarantino sineması seven bir arkadaşınız varsa mutlaka en bir kere “Kanka anlatsam inanmazsın, ama Tarantino filmi gibi bir gün geçirdim.” cümlesini duymuşsunuzdur.
16. Seyircinin Duygularıyla Oynuyor.
2012 yılında Hollywood Reporter adlı derginin Oscar adayı yönetmenlerle yaptığı toplantıda Tarantino, seyircinin duygularını araç olarak, kendini de bir orkestra şefi olarak gördüğünü ifade ediyor. Yani seyircilere, “Geril, geril, geril, kahkaha at. İğren, iğren, iğren, iğren, kork, kahkaha at.” gibi talimatlar vermeyi sevdiğini ifade ediyor. Yani yarattığı atmosferle, sahnelerle ve kurgusuyla seyircilerin duygu dünyalarını kontrol etmeye çalıştığını söylüyor yönetmen. Bu hususta epey mahir olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Inglarious Bastards filmini izleyenler, filmin açılış sekansında Nazi subayı ve yahudi kızı saklayan çiftçi arasındaki gerilimi birebir yaşamışlardır muhakkak.
17. İki Film Daha Çekip Sinemayı Bırakacak.
Tarantino’nun şu ana kadar 8 uzun metraj filmi bulunuyor. Yönetmen 2 film daha çektikten sonra film yapmayı bırakacağını, bunun yerine roman ya da tiyatro oyunu yazmaya devam edeceğini söylüyor. “Eğer kariyerim bittikten sonra bile gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerden biri olarak anılacaksam işte buna başarı derim ben.” Umarız Tarantino da bazı siyasetçilerimiz gibi bu “10 film şartı”nı baypas eder ve 10 filmden sonra da sinema kariyerine devam eder.
18. Dijital Sinemadan Nefret Ediyor.
Tarantino filmlerini hala 35mm olarak çekiyor ve dijital sinema kameralarından nefret ediyor. 2014 yılında Cannes Film Festivali’nde sinemanın öldüğünü, çünkü filmlerin dijital ortamda çekilmesinin ve üretilmesinin insanları televizyon izlemeye mahkum kıldığını ifade ediyor. Yani Tarantino, 35mm film yerine 1 ve 0’lardan oluşan dijital dosyaların gerçeklikle alakası olmadığını düşünüyor. Dijital gösterimin sinema filmlerini televizyondan izlemekten farklı olmadığını, sinemanın kendine has otantik yapısının dijitalleşmeyle birlikte tükeneceğini ileri sürüyor yönetmen. Ayrıca şöyle diyor:
“Dijitalleşmenin getirdiği rahatlığın bir süre sonra biteceğini ve bizden sonraki kuşağın gerçek bir şey görmek isteyeceklerini düşünüyorum. Ancak yine de dijital kameraların yeni sinemacılara kolaylık sağladığını inkar edemem. Bizim zamanımızda kısa film çekmek için kamera bulabilmek Everest’e tırmanmak gibi bir şeydi. Şimdi cep telefonuyla bile şahane filmler çekilebiliyor.”
19. Favori Filmi “The Good, The Bad and The Ugly.”
2008 yılında Empire dergisinin yönetmenle yaptığı bir röportajda Tarantino favori filmlerini şu şekilde sıralıyor.
*The Good, the Bad, and the Ugly (Sergio Leone, 1966)
*Jaws (Steven Spielberg, 1975)
*Pretty Maids All in a Row (Roger Vadim, 1971)
*Rolling Thunder (John Flynn, 1997)
*Apocalypse Now (Francis Ford Coppola, 1979)
*The Bad News Bears (Michael Ritchie, 1976)
*Carrie (Brian de Palma, 1976)
*Dazed and Confused (Richard Linklater, 1993)
*The Great Escape (John Sturges, 1963)
*His Girl Friday (Howard Hawks, 1939)
*Sorcerer (William Friedkin, 1977)
*Taxi Driver (Martin Scorsese, 1976)
20. Filmlerinde Muhteşem Şarkılar Kullanıyor.
Doğrusu Tarantino hem filmlerinde şahane şarkılar kullanıyor hem de Tarantino filmlerinde şarkıları şahane kullanıyor. Yani her iki ifade de son derece isabetli olur. Tarantino müzikle ilişkisini şöyle açıklıyor:
“Aklıma bir senaryo ya da sahne fikri geldiği zaman heyecanlanırım ve hemen plak koleksiyonumu karıştırmaya başlarım. Bu senaryo ya da sahnenin karakterine uyan bir şarkı bulmaya çalışır ve sahneyi öyle yazarım. Müzik, hem sinemamda hem de yazarlık kariyerimde büyük bir itici güce sahip. Bir şarkı bir filmde doğru zamanda doğru yerde kullanıldığında artık o şarkıyı filmden bağımsız düşünemezsiniz. Film ve şarkı birbirine yapışır. İşte o anda sinemanın büyüsüne kapılmışsını demektir.”
Tarantino hemen her filminde muhteşem şarkılar kullanan biri, ancak Pulp Fiction filmindeki şarkıların yeri hayranlarının gözünde bir başka olsa gerek. Veya aynı şekilde Nancy Sinatra yorumuyla Bang Bang, kimse Kill Bill’i hatırlatmaz ki…
One Comment
Leave a Reply