Göğsünün tam ortasında hissettiğin bıçak gibi keskin acı, tamamen gerçek.
“Aşk acısı nasıl geçer?” Bu belki de dünyanın en eski sorusu…
Gururumuzun elverdiği kadar dürüst bir biçimde bütün aşk acılarımızı deşip masanın üzerine sereceğiz. Tek tek bakıp inceleyeceğiz, sonra da küçük bir törenle tamamına veda etmenin yollarını araştırmaya çalışacağız.
Ancak öncelikle, “Ya Allahaşkına bir duygu, hepi topu bir deneyim, doğuştan beri benimle olmayan, sonradan hayatıma giren biri bana nasıl bu kadar çok acı verebilir?” sorusuna yanıt vermeye çalışalım.
Aşk Acısı – Ders #1
Öncelikle, kesinlikle basit bir konudan, ilişki sonrası ufak bir kırgınlık ya da birkaç günlük mutsuzluk gibi hafif bir şeyden bahsetmiyoruz. Burada ele almaya çalıştığımız konu, gerçek bir medikal tanı.
Kardiyomiyopati
Evet, yanlış okumadınız, kardiyomiyopati. Bu kalp kırıklığı durumunun uzunca bir süredir, tıpta havalı bir adı var. Gutenbarg Üniversitesinden Thomas Effert, Mita Banerjee ve Norbert W. Paul’un 2016 yılında yayınladıkları bir akademik araştırmada, bu konu esaslı olarak ele alınmış.
Psikolojik stres altındayken insan yaşamını etkileyen bağların kalp sağlığı üzerindeki etkisi, uzunca bir zamandır hem tarihsel hem de toplumsal olarak bir simge ile özdeşleşmiş bir şekilde biliniyor.
Uzunca bir zamandır derken, 1000 (bin) yıl öncesine kadar uzanabileceğimizi sanırım düşünmediniz.
İbn-i Sina ve Olağanüstü Teşhisi
İbn-i Sina, Horasan’da hekimlik yapmakta iken, resmi olarak bir hastasına “kara sevda” teşhisi koymasıyla da bilinmektedir. Bu teşhisi koyacağı hastanın belirtileri, neredeyse hepimize tanıdık gelebilir. Ağır iştahsızlık, yataktan kalkamama, herhangi bir şeyden hiç keyif alamama, uykusuzluk ya da rahatsız uykular, arada bir ateş basması ve nefesin kesilecek gibi olması… bütün bu belirtiler, takdir edersiniz ki, oldukça patolojik.
Peki ne yapıyor hekimimiz? Bu zavallı hastanın bütün duygularının dinlendiği yer olduğunu düşündüğü kalbine bakıyor. Eliyle, sol bileğinden nabzını kontrol ediyor, bunu yaparken de ağır ağır bazı kelimeler söylüyor.
Tıpkı şimdi fMRI makinelerinin beynimizin işleyen bölgelerine baktığı gibi – oldukça ilkel hâli, tabii.
Bu kelimelerden bazıları, semt isimleri. Ve henüz teşhisi koyulmamış hastamız bu semt isimlerinden birine tepki veriyor – nabzı hızlanıyor. Bu da hekimimiz için önemli bir ipucu oluyor.
Bu semtle ilgili sorular sorarken, hastanın, o semtin sakini bir kadına tutulduğunu anlayan İbn-i Sina, kadınla ilgili hayallerini anlattırıyor hastaya. Ve hasta anlattıkça kalbi hızlanıyor, nabzı artıyor ve İbn-i Sina emin oluyor. Böylece tıp literatürüne bir hastalık daha giriyor: Mal-i Hülya – daha modern ama daha arabesk ismiyle – Kara sevda.
Aşk Acısı – Ders #2 – Durum Ciddi
Gutenbarg Üniversitesinde yapılan, yukarıda bahsettiğimiz araştırmada, “Bir kadın, kalbi kırıldığı için hayata gözlerini yumdu…” gibi bir cümlenin kulağa ne kadar romantik gelirse gelsin, tıp aleminde bir karşılığı olabileceği anlatılıyor. Aklınızı başınızdan alan, sizi çılgına çeviren, en sonunda da mecnun eden bir aşk hikayesi aslında yaşamınızı ciddi derecede tehdit eden tıbbi bir duruma dönüşmeye oldukça elverişli.
Tako-tsubo sendromu olarak da bilinen bu durum, gerçekten de kırık bir kalbin birini ölüm döşeğine götürebileceğinin medikal tanımı olarak kabul edilebilir. Ayrıca, karışık tıbbi terimlerin günlük hayatta anlaşılmasını sağlamak için üretilmiş olan metaforlardan biri olarak da düşünülebilir.
Peki Gerçekten Ölümcül Mü?
Stres kardiyomiyopatisi sendromunu yaşayan insanlarda genelde anormal kalp kasılmaları bir ile dört hafta arasında devam edebiliyor. Daha uzun süren durumlar söz konusu olursa, hastayı solunum cihazına bağlamak ya da kan basıncını düzenlemek için ilaçlar vermek gerekebiliyor. Tedaviye alınan kırk beş hastadan dokuzunun hastanede olmasına rağmen ölümle karşı karşıya gelme ihtimali var. Bu oran göz önünde bulundurulduğunda kırık kalp sendromunun ciddiyeti ortaya çıkıyor.
Yaşanan akut psikolojik stresin kalp kaslarında sebep olduğu anomalilerden kaynaklanan bu durum, aşk acısını neden bir an önce aşarak, o insafsızı hayatımızdan çıkarmamız gerektiğini ortaya koymuş olmalı.
Neden bu kadar acı çekiyoruz?
Genel olarak sanılanın aksine, ilişkinizin ne uzunlukta devam ettiği çok da büyük bir etken değil aslında. Beynimiz de her ayrılıkta neredeyse aynı tepkiyi veriyor. Çünkü hayatımıza giren birisi, beynimizde kendine özel nöron ağları inşa ediyor ve beynimizin bir bölgesini, alenen işgal ediyor.
Aşkın beyinde bıraktığı izleri araştıran Einstein College of Medicine’dan nörolog Lucy Brown bu konuda şunları söylüyor:
“Romantik reddedilmeler, diğer sosyal reddedilmelerin verdiği acıdan daha üstündür. Çünkü romantik ilişkiler, beynin daha ilkel bölümlerinde hissedilir. Acıkmak ya da susamak gibi ilkel ihtiyaçlarımızla aynı bölgeyi uyarır.”
Eh, Freud pek de haksız değilmiş, aslında her şey, en temel dürtülerimiz olan aşk ve acı ile ilintili imiş! (Freud hakkında daha fazla bilgi için buraya bakabilirsiniz!)
Aşk Acısı – Ders #3 – Gelelim Atlatmaya…
Hepimiz o yollardan geçtik. İlk günlerde her şey size onu anımsatıyor: Bir fotoğraf, birlikte gittiğiniz yerler, gün içinde aklınızdan geçen sıradan düşünceler… Beynin içindeki nöronlar tetikleniyor ve her şeyde ondan bir iz buluyorsunuz. Beyindeki bu bölüm aynı zamanda, uyuşturucu ve nikotin bağımlılığında da tetikleniyor. Anlayacağınız âşık olduğunuz insanı bırakmak, beyinde sigarayı bırakmak gibi tesir ediyor.
Telefonu kontrol ettiğinizde, sık kullanılan emojilerinizden öpücük atan kalp silinmeye ? başladığında, son konuşmalarınızı her açtığınızda, aslında süreci bir kez daha derinleştirmekten öteye gidemiyorsunuz.
“Hatıralar sarmış dört bir yanımı
Baktığım her yerde izin duruyor
Ben seni düşünmek istemesem de
Bana her şey seni hatırlatıyor”
Durum 1 – Güzel Bir İlişki Bitince
Önce zor olandan başlayalım dedik. Öyle ya da böyle, eğer bir ilişki bitiyorsa, siz henüz yüzleşmeye hazır değilseniz bile bunun muhakkak bir sebebi vardır. Özellikle ilk günlerde, bu sebep sizin aklınızı her şeyden çok meşgul edebilir.
Bir şeyi daha farklı yapabilir miydim? Acaba benim bundaki payım ne? Her şeyi ben mi mahvettim? Bu sorulan insanın canını serçe parmağını sehpaya çarpmaktan bile daha çok acıtabilir.
Bu noktada, kendinizi “kaybetmemek” için yaptığınız veya yapmadığınız herhangi bir şeyin sizin için bir dönüm noktası olduğu fikrinden biraz uzaklaşmakta fayda var.
Yaptığınız her şey, sizin kendinizi ifade biçiminizin bir parçası. Yaşam boyu sürecek olan “ben kimim” ve “neye dönüşüyorum” sorularınızın sizi götürdüğü bu arayış için hiçbir zaman kendinizi suçlamamalısınız.
Siz kendi yaşamınızın birikimleriyle birine dönüşürken, karşınızdaki kişi buna uyum sağlayamayabilir. İlişkiniz çok ama çok güzel başlamış ve bir o kadar da güzel giderken, birden eskiden ufak olan sorunlar artık büyüyebilir.
Elbette karşınıza çıkan ilk sorunda ilişkiyi bitirmenizi tavsiye etmiyoruz, ancak, üzerinde uzlaşmaya istekli değilseniz, demek ki artık karakterinizin bir parçası haline gelen bu yeni duruma ilişkiniz uyum sağlayamıyor demektir. O zaman kendinizden taviz vermekle bu acıyı göğüslemek arasında kalmanız söz konusu olabilir.
Size En Çok Değer Verecek Olan Sizsiniz
İşte size hayatınız boyunca pişmanlık duymayacağınız bir öneri:
Sizinle ölene dek yaşayacağı kesin olan tek bir kişi var o da sizsiniz.
Asla ve asla kim olduğunuzdan, sizi kendiniz yapan değerlerden, belirlediğiniz karakter sınırlarınızdan hiç kimse için vazgeçmeyin.
Güzel anılarınıza da gölge düşürebilecek bir biçimde kötüleşmesine izin vermeden, güzel bir ilişkiyi karşılıklı rıza ile, birbirinizi anlamaya çalışarak bitirmek hayatınızda attığınız sadece yeni bir adımdır.
Bütün bunlar bir deneyim ve yaşamınızın geri kalanı için bir rehber olabilecek küçük ipuçlarıdır. “Yaşamımın geri kalanında benim istediğim bir hayat tarzına ve olmak istediğim kişiye dair, ya da yaşamak istediğim ilişkiye dair neler keşfettim?” ve “Ben bu ilişkiden ne öğrendim?” gibi sorular, “Allahım neden hep bunlar benim başıma geliyor!” gibi bir sorudan çok daha yapıcıdır.
Durum 2 – Kötü Bir İlişki Bitince
İşin garip tarafı, zaten kötü gittiğini içten içe bildiğimiz bir ilişki bittiğinde dahi, yine de kendimizi inanılmaz bir pişmanlık, umulmaz bir üzüntü ve tarif edilemez bir kederin içinde bulabiliriz. Zaten biten ilişkinin ardından derin bir “oh ?” çekebiliyor ve rahatlamış hissediyor olsaydık, ne biz bu yazıyı yazarken dertli dertli camdan bakardık ne de siz okurken yanınızda peçete olup olmadığına bakardınız…
Kötü giden ilişkiler dahi, bizimle ilişki kurduğumuz kişi arasında bir bağ oluşturur. Bu bağ, eğer karşımızdaki kişinin bize kötü davrandığı gerçeğine karşın bir türlü kopamıyorsa, bu bizim geçmişe dönük ilişkilerimizi de sorgulamamızı gerektirebilir. Çünkü âşık olunan kişi, genellikle çocukluk çağında muhatap olunan anne, baba veya diğer figürlerin bir türevi olabilmektedir. Üç yaşındaki bir çocuğun sokağa bırakıldığındakine benzer bir çaresizlik, yalnızlık, terk edilme duygularına benzer duyguların içimizde yeniden uyanmasına sebep olabilir. Beynin bu çalışma sistemi yüzünden kadın babaya benzeyen erkeklerden, erkek ise anneye benzeyen kadınlardan elektrik alır.
Sardı Korkular…
Bu örnekte bahsettiğimiz çocuk, kesinlikle içinde bulunduğu durumu değerlendirebilecek bir kapasiteye sahip değildir ve bu yüzden mağduriyetin getirdiği büyük ve mutsuz dünyada kendini yapayalnız hissetmek, onun için karşı tarafın sorumluluklarıyla beraber değerlendirebileceği bir şey değildir. Ebeveynlerinin sorumsuzlukları sebebiyle hiç hayal etmediği bir zorluğun içinde kalan bu çocuk, onlardan hesap sormayı düşünemez elbette ama bu çoktandır birer yetişkin olan bizler için geçerli bir durum değildir. Biraz kendimizi dinlendirdikten sonra, çok daha güçlü adımlarla yolumuza devam etmek için yapmamız gereken şey dönüp geçmişimizle yüzleşmektir.
Sardı korkular gelecek yıllar
Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar
Gözlerimde canlanınca yaptığın haksızlıklar güçlendim…
Her şey bambaşka olacakDöndün bak geldin şimdi
Bugünü aslında nasıl sabırla bekledimdi
Seni yalvarırken görmek seni ağlatabilmek
Geçmişi senden geri almak bütün ümidimdiOlmaz artık kapı açık
Arkanı dön ve çık! İstenmiyorsun artık
Bir zamanlar sen de bana acımadın
Yalnız kaldım yıkılmadım ayaktayımOh yaşadım yaşıyorum
Başım yukarda meydan okuyorum hayata ve sana
Gönlüm doluyor aşkla barıştım bak hayatla
Başladım yaşamaya!
Durum 3 – Yalnızlık Korkusu
Yalnızlık birçoğumuzun en temel korkularından biri. Yaşarken yalnızlığı kabullenemiyoruz. Birçok kötü senaryo aklımıza geliyor ve işin içinden çıkmak gitgide imkansızlaşıyor.
Etrafımızda hüznümüzü, sevincimizi paylaşacak birileri olsun isteği, insanlık sosyalleşmeye başladığından beri oldukça doğal ve sağlıklı bir istek. Hele ki, bizim için özel biri olsun ve hayatın her anını onunla paylaşalım hatta mümkünse, bu ilişki sonsuza kadar sürsün istiyoruz. Eğer bu özel kişiyi bulduğumuzu düşünüyorsak ve bir anda hayatımızdan çıkıp gidiyorsa; işte o zaman hayatımızı, yalnızlığımıza üzülerek, kendimize acıyarak geçiriyoruz.
Bazen sırf yalnız kalmamak adına iyi kötü demeden ilişki kuruyor, hatta evlilikle bile sonuçlanan kararlar alıyoruz. Çünkü neden, çünkü herkes öyle yapıyor. Yalnız kalma, yalnız yaşlanma, yalnız ölme korkusu birçok insanı esir almış durumda. Bu kadar korkuyor olmamızın nedeni yalnızlığa ‘kötü ve acınası’ bir durum olarak bakmamız.
İşin doğrusu, biraz da acılarla beslenmekten zevk alan bir toplumda yaşıyoruz, arabesk diye bir kültürümüz var ve biz maalesef bu kültürü çok seviyoruz. Yalnızlığın ‘kötü’ olduğu toplum tarafından bize ince ince işlenmiş. ”O hiç evlenmedi. Yapayalnız, yazık, zavallı!” gibi cümleleri her an duyuyoruz. ”Çoluğu çocuğu yok, kimsesi yok, kim bakacak ona?’‘ gibi korku besleyici cümleler bilinçaltımıza kazınmış…
Yalnızlığın aslında her zaman duygusal ilişkilerle ölçülen bir şey olduğunu düşünmek, işte bu noktada durum sağlıksız bir hale gelmeye başlıyor. Aslında, “İlişki ile ne alakası var, bir ilişkim yok ama eşim dostum çok!” diye düşünen bir insanı, aynı masada saatlerce karşılıklı telefona bakıp sonra hesabı ödeyip birlikte kalktıkları bir restoranda geçirilen bir akşamı “ilk buluşma” ya da “date” sayan birinden daha az yalnız görmek gerekmez mi?
Aşk acısını da atlatmanın zamanla beraber en temel ilaçlarından biri de dostluklardır. Çevremize güvendiğimiz kişilerden bir ağ kurabilirsek, o zaman bütün acılar paylaşıla paylaşıla gitgide ufalır. Herkesin mutluluğu ise birbirine eklenerek büyümeye devam etmek zorundadır, çünkü bu iki duygunun kuralı bu: Acı tüketilir, mutluluk üretilir! Acı, verilidir; mutluluk ise aranıp bulunmak zorundadır.
Emeğimizi doğru yere kanalize etmeye ve üretim güçlerimizi acıdan mutluluğa doğru çevirmeye başlamanın da en doğru zamanı, işte bu küçük kırılma noktalarında gizlidir.
Aşk Acısı Final Sorusu: Çivi Çiviyi Söker Mi?
Asla. Çok açık söylüyoruz, asla sökmez maalesef. Keşke sökse, çünkü denizde kum, etrafta çivi. Çaresizce birbirini arayan onca kalbin arasından gerçekten de size en uygun olan sevgilinizden ayrıldığınız akşam ortaya çıkabilir mi gerçekten? Bir bar filozofu sayılabilecek bir dostumun dediği gibi, birkaç günlük mutluluklara kanmayın, çünkü aslında çektiğimiz acıları iyileşme sürecimizin bir parçası olarak çekiyoruz. Bu duygular bizi hem güçlendiriyor hem kendimize yaklaştırıyor hem de dinlendiriyor. Bu aralara, boşluklara, bu tüketim toplumunun bize empoze etmeye çalıştığı gibi sürekli kolumuzda birinin olmasına gerek yok. Biz dostlarımızla, kedilerimizle, köpeklerimizle, kitaplarımızla, yazılarımızla, çektiğimiz fotoğraflar, ürettiğimiz her şeyle yeterince güçlüyüz.
Kendimizi hazır hissedene kadar, bir solukluk ara vermek, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, enerjimizi doğru yere yönlendirebilmek, kendimiz için bir şeyler yapabilmek, yani aslında nefes almak için çok gerekli.
Dönem Sonu Değerlendirmesi Ve Notlar ?
Yine de ilk günler için şu başlıklar elimizin altında dursun:
*Onu zihinden ve hayatından çıkarmanın bir başka yolu onu hatırlatan obje ve sembolleri de hayatından yavaş yavaş çıkarmaktır. Eski sevgilinin verdiği bir kolye, mektup, çiçek, saat, giysi ve onu herhangi bir şekilde hatırlatan her türlü nesne kişiye aşk acısını tekrar yaşatır.
*Facebook, instagram, snapchat, twitter… Bunlar gibi sosyal medya ağlarından onu takip etmek kesinlikle önerilmez. Onu unutmanın en kolay yollarından biri, onu bu ağlardan çıkarmak olacaktır.
*Kendimize zaman ayırmalıyız. Düşünmek, tartmak, değerlendirmek, hesaplaşmak için yeterince düşünsel emek harcadığımıza emin olmak, bu noktada en önemli anahtar faktörlerden biridir.
*Aşk acısından utanmamalıyız. Biz, bir şey yaşadık. Ne olursa olsun, yaşamımızdan bir deneyim geçti ve elbette bu da yaşam haritamızda bir iz bıraktı. Mevlana’nın aşkla ilgili ünlü bir sözü vardır: “Aşk acısı taşımayan yürek ya deliye aittir ya ölüye.” Yani bu süreç her insanın başına gelebilecek doğal bir süreçtir.
*Son olarak, kaliteli bir şekilde yaşamaya devam etmek için ne kadar gücümüz varsa ortaya koyabilmeyiz. Çünkü bu noktadan sonra attığımız her adım, hayatımızdaki en değerli insan olan kendimiz için atılacaktır.
Yaşadıklarımızı kolayca atlatmanın bir yolu yok. Ancak sabır, zaman ve emek hepsine yardımcı olacaktır.
Bir de şu aşağıya ufak bir film bıraktık, belki hoşunuza gider
Amélie
(Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain )
Her zaman çift olmak üzerine konular gündeme gelir yalnız olanların boynu bükülür ya işte o zamanların ilacı Amelie. Dünyalar kadar tatlı Audrey Tautou’yu tüm dünyanın tanıdığı bir isim haline getiren bu film izledikten sonra yalnız olmanın konuşulanların aksine ne kadar iyi bir şey olduğunun mesajıyla bozuk olan moralinizin düzelmesini sağlayacağı garanti.