Senaryo yazmak zor iştir ve senaryo, bir filmin her şeyidir. Genelde insanlar görüntüye ve oyunculuğa daha önem verirler, ancak iyi bir senaryo olmadan iyi bir film çıkması pek muhtemel değildir. Şimdi senaryo yazmak isteyenlere, yani senarist adaylarına kendilerini geliştirme yoluna faydalı olduğuna inandığımız on tavsiyede bulunacağız.
10. Senaryo yazmak, senaryo okuyarak öğrenilir.
Bunun üzerinde bile durmaya gerek yok, ama biz gene de duralım. Burada bi’ duralım. Çünkü senaryo yazmaya hevesli insanlar bu aşamayı “next yea” deyip geçiyorlar. Ancak sevdiğiniz bir filmin senaryosunu açıp okuyun bi’ zahmet. Filmi beyaz perdede izleyince senaryonun nasıl aktığını görüp takdir etmiş olabilirsiniz, lakin orijinal senaryoyu okuyana dek gerçek bir takdirden söz edemeyiz.
Yani, sizde derin duygular uyandıran bir film, “benim senaryomu oku” diye size bağırır. Aslında bağırmaz, ancak siz senarist adayı olarak bu sessiz çığlığı duyabilir olmalısınız. Kolay değil. Hakkıyla yapılan ne kolay ki. Neyse, senaryoyu okuyunca senaryo ve film arasında devasa farklar görebilirsiniz. Bu da aslında şahane bir fırsattır. Neyin çıkarılıp neyin eklendiğini görebilirsiniz bu sayede. “Öncesi ve sonrası” fotoğrafları gibi düşünün. Bundan daha eğitici bir senaryo dersi olamaz herhalde. Siz buna heves etmedikçe, 50.000 dolar verip gittiğiniz film okulunda bile bunu öğretmezler size.
9. Her gün yazmak zorundasınız.
Yazmak zor bir uğraş. Masa başına oturup yaratıcı bir metin ortaya çıkarmanın ne kadar zor olduğunu ancak deneyen bilir. Ancak bir şey var ki tartışma götürmez: Her gün yazmak zo-run-da-sı-nız. Günde en az bir sayfa yazmanız gerek. Kafanızda kurduğunuz ufak bir hikayeyi kağıda aktarmak hiç de kolay değil maalesef. Dünyanın en şahane öyküsünü düşünmüş olabilirsiniz, ancak yazmayınca o öykü uçup gitmeye neredeyse mahkumdur.
Başarılı yazarlığın ve her mesleğin tek bir kuralı var: Disiplin. Profesyonel bir senarist olmak istiyorsanız her gün yazmaya vakit ayırmalısınız. Sizin mesleğiniz bu. (Ya da mesleğiniz bu olsun diye çabalıyorsunuz.) Pratik mükemmelleştirir. Çalışan demir ışıldar. Arbeit macht frei. Neyse, bu işin disiplin gerektirdiğini anlayınca daha iyi bir yazar olduğunuzu fark edeceksiniz. İnşallah fark edersiniz.
30 gün boyunca her gün yazsanız bile bu süre sonunda daha iyi bir yazar olduğunuzu göreceksiniz. Kesin, %100 çalışıyor. Konsantrasyon ve disiplin bu mesleğin olmazsa olmazı. Sizi yazmaktan alıkoymaya çalışan düşünceleri, kedi videosu izlemeyi, Candy Crush oynamayı ve hatta bu yazının diğer maddelerini okumayı bir kenara bırakın ve yazın. (Hmm, ya da bu yazıyı okuyup öyle yazın. Evet.)
8. Kendinizi bilin.
Komik olmaya çalışıp zerrece komik olmayan birini dinlemek kadar utanç bir şey olamaz. Bu senaryo için de geçerli. Fıkra anlatamıyorsanız komedi yazamazsınız. Belki de yazarsınız, ancak mesele şu ki herkesin kendini daha rahat hissettiği bir alan vardır.
Bildiğinizi yazın. Zaaflarınızı, güçlü olduğunuz yanları, bir durum karşısında vereceğiniz tepkiler sizden iyi kimse bilemez. Bunları kullanın. Yazdığınızdan emin değilseniz güvendiğiniz bir arkadaşınıza okutun.
Diyalog yazımında iyi, hikaye yazımında ise vasat olabilirsiniz. O zaman diyalog ağırlıklı bir senaryo yazmaya çalışın. Yeteneğiniz olmayan yerlere girmeye çalışmayın yani. Bu “denemeyin” anlamına da gelmez, ancak kendinizi en iyi yine siz tanırsınız. Her yazarın diğer yazarlardan güçlü olduğu bir alan vardır. Marifet hepsinde güçlü olduğunuzu gösterebilmek.
7. Hikayeyinizi de bilin.
Birçok senarist, hikayenin nasıl ilerleyeceğini bilmeden yazmaya başlar. İyi bir fikirleri olduğunu ve kendilerini kısıtlamalardan kurtardıklarında daha rahat yazacaklarını düşünürler. 90. sayfaya geldiğinizde “Galiba olmadı bu.” deyip kağıtları buruşturup atmak isterseniz, bu kafayla çıkın yola. Yani şu: Senaryoların bir yapısı vardır. Temel, gövde ve çatı.
Evet, böyle bir yapı var. Hatta Tarantino bu yapıyı kaale almıyor. Ancak hikayeyi planlamak ve nerede ne yazacağınızı bilmek hayati önemde. Çünkü senaryo yazmak aslında hikayeyi tıraşlamak demektir. Fazlalıklardan, gereksiz şeylerden arındırmaktır. Sonunu bilmediğiniz bir hikayeye uygun sahneleri nasıl yazmayı düşünüyorsunuz acaba?
Bazı yazarlar “Kervan yolda düzülür” mantığı ile yola çıkabilir, ancak bu herkesin harcı değildir. Bu nedenle en azından hikayenizin çatışmasını ve sonunu bilerek yola çıkın. Yoksa hiçbir amaca hizmet etmeyen kısa kısa sahnecikler yazmış olursunuz.
6. Her sahnenin bir amacı olduğunu unutmayın.
Dünyanın en kötü suç filmi nasıl olabilir? Kalitesiz efektler mi? Yapay karakterler mi? Çok fazla bilgi vermek mi? Hayır. Dünyanın en kötü suç filmi sıkıcı olan suç filmidir. Nokta. Bir filmi kıcı yapan şeylerin başında karakterlerin amaçsızlığı yatar. A’dan B’ye gitmek ister bir karakter. A’yı gösterip B’yi koklatırsanız B’yi görmek için sabırsızlanır seyirci.
Bir sonraki izlediğiniz filmde sıkılırsanız “Bu karakterin amacı ne?” diye sorun. Elde etmek istedikleri şeyi bilmeli karakterler. Bu amacın belirsizleştiği ve ortadan kalktığı anlarda seyirci filmden kopmaya başlar. Filmde karakterin bir amacı gerçekleştiğinde ikinci bir amaç belirmeli. Amaç senaryonun bel kemiğidir. Karakterlere amaçlar şekil verir. Amaç nedeniyle karakter kalkıp bir şeyler için mücadele eder. Unutmayın, amaç. Karakterleriniz de unutmasın sakın amaçlarını.
5. Ana karakteri özenle seçmelisiniz.
Karakter yaratmak yazarlığın en heyecan verici yönlerinden biridi. İstediğinizi çizebileceğiniz boş bir kanvas adeta. Özgeçmiş, duygular, arzular, alışkanlıklar, araba modeli, kravat rengi, diş macunu markası, her şey…
Ancak ana karakter, “iyi” yazması en zor karakterdir. Çünkü ana karakter senaryodaki en nötr karakter olmak zorundadır. Çünkü bu seyircilerin karakterle özdeşleşmesini kolaylaştırır.
Yardımcı karakterlerin nötr olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Bu da onları yazmayı daha zevkli hale getirir. Çünkü ağızlarından çıkanı kulaklarının duyması gerekmez. “Ana karakter” olmak gibi bir sorumlulukları yoktur. Ancak ana karakterin de her zaman tarafsız olması da gerekmez: Travis Bickle. Ancak bi Travis Bickle kolay yazılmıyor.
4. Kendinizi seyircinin yerine koyun.
Kendinize ve kendi duyarlılıklarınıza hitap eden senaryolar yazmayın. “Burayı anlamazlarsa bu onun sorunu” deme hatasına düşmeyin. Sinema, başkalarına hitap etmek durumunda olan bir sanat. Diğer türlü günlük yazabilirsiniz.
Yani seyirciyi kuşatan, verdikleri bilet ücretinin hakkını veren senaryolar yazın. İnsanların anlayamadığı şeyler yazmak sizi daha iyi bir yazar yapmaz. Sizi daha zeki biri de yapmaz. Seyirciyi dikkate alın.
Birçok yazar için bu sorun değildir. Onların amacı senaryo yazmaktır. Ancak ulvi fikirlerle entelektüel senaryolar yazarken bile kendinizi seyirciden üstün görme hatasına düşmeyin. Cumartesi akşamını keyifli bir biçimde değerlendirmek isteyen biri gibi yazmaya çalışın. Seyirci her şeyi fark eder ve seyirci affetmez.
3. Seyircinin merak duygusunu kaşıyın.
Hayır, macera filmi yazın demek değil bu. Her sahnede orijinal olun demek. Daha önce benzerini görmediğiniz türden sahneler yazmaya çalışın. Otomatik Portakal’da her sahne tazedir. Karakterler konuşurken bile birçok farklı mizansen vardır.
Her sahnede seyircilere heyecanlanacakları ve bir sonraki sahneyi tahmin etmeye çalışacakları bilgiler verin. Ancak onları ters köşe yapabilmeyi de bilin. Tahmin edilen film, kalıcı olmaz. Cesur olun ve risk alın.
2. Söyleyecek sözünüz olsun.
Senaryo yazmak için yüzlerce farklı sebep vardır. Ancak bir kişinin senaryo yazmak istemesindeki en temel faktör söyleyecek bir sözünün olmasıdır. Bu illa politik bir mesaj demek değildir. Katiyen bu değil. Her filmin en az bir konuda söylemek istediği bir şey vardır. Schindler’in Listesi ya da Annie Hall… Hiç fark etmez.
Söyleyecek sözü olmayan filmin, varlığını gerekçelendirmek için de bir sözü olamaz. En iyi filmler, sinemayı terk ettiğinizde yakanıza yapışan filmlerdir. Bu nedenle izlemeye değer bir şey yazın. Bir janrın parodisini yapacaksanız bile söyleyeceğiniz yeni bir şey olsun.
1. Bitmiş senaryoyu bir süreliğine unutmalısınız.
Senaryonuzu bitirdiğinizde ve “tamam ya, oldu işte.” dediğinizde yapacağınız tek bir şey var. Senaryo haricinde başka bir şey meşgul olmak, senaryoyu düşünmemek. Birkaç aylığına Hindistan seyahatine mi çıkarsınız, kendinizi spora mı vurursunuz, pastacılık kursuna mı gidersiniz, Antalya’daki portaka bahçenizde budama mı yaparsınız… Orası size kalmış.
Tabii hemen senaryoyu fikirlerine güvendiğiniz kişilere ve hatta yapımcılara göstermek isteyeceksinizdir, ancak bunu yapmayın. Yapmayın bunu. Üstünden zaman geçmeli ve senaryoya daha objektif bakabilmelisiniz. Bu da biraz zaman alır.
Yazarlığın en sinir bozucu yanlarından biri geriye dönüp yazıp yayımlamış olduğunuz bir şeyi değiştirememektir. Ufak tefek şeyler. Ancak senaryoda böyle bir imkan var. Bir ay önce tamamladığınız senaryoyu dinç ve dinlenmiş bir kafayla tekrar okuduğunuzda daha eleştirel ve acımasız bir gözle bakabilirsiniz. Ne mutlu ki değiştirebilme imkanınız var.
Stephen King, roman yazımıyla ilgili şöyle diyor. Senaryo için de geçerli şüphesiz:
“Daha önce yapmadıysanız bilmelisiniz ki kendi yazdığınız romanı okurken garip ve neşeli hissedeceksiniz. Bu sizin eseriniz. Hangi cümleyi yazarken radyoda hangi şarkının çaldığını bile hatırlayacaksınız. Ancak bu aynı zamanda başka birinin yazısını okumak gibi gelecek, ruh ikizinin yazdıklarını okuyormuş gibi hissedeceksiniz. Bu böyle olmalı. Her şeyi işte tam bu an için yaptınız.”
2 Comments
Leave a Reply