İskandinavya sözcüğü telaffuz edildiğinde belki de zihinde ilk olarak karanlık, soğuk vs. depresif fikirler belirecektir. Fakat gerek o coğrafyanın nevi şahsına münhasır doğası, gerek insanları ve peyzaj (landscape) güzelliği ve bütünlüğüyle alışılagelmiş anlayışın dışına çıkartır bizi. Örneğin Kuzey Işıkları’nın eşsiz güzelliğinden bahsetmeye gerek bile yoktur belki de. İşte tam da bu coğrafyanın soğuğunda ve karanlığında çok eşsiz sinema örnekleri sunuyor bize İskandinavya. Bu bağlamda “Nordic Countries” olarak adlandırılan ülkelerden (Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İzlanda) gelen sinema örnekleri, mekânsal bütünlük ve işlenen konular açısından epey başarılı doğrusu.
İskandinav sinemasının belki de en önemli ismi Ingmar Bergman olsa gerek. Bergman filmlerinin genel dokusu da genel kanıya uygun denebilir; kasvetli havasıyla, siyah beyaz soğukluğuyla, din ve ölüme olan vurgularıyla Bergman insanlık durumunu betimlerken şahane örnekler sunar bize.
Fakat bu anlayış günümüz İskandinav sinema anlayışında bir nebze değişmeye başladı desek yanlış olmaz herhalde. Bu noktada, geleneksel anlayışın hegemonik konumu bazı genç yönetmenler tarafından yeni ilgi çekici konular işlenerek sorgulanmaya, meydan okunmaya başlandı. Bütçeleri Hollywood, İngiliz vs. filmleri kadar yüksek olsun ya da olmasın, günümüz modern İskandinav sineması artık kesinlikle küçümsenecek boyutta değil. Şimdi, illusion.scene360’dan derlediğim, herhangi bir sıralamaya koymadan, bu günümüz örneklerine yakından bir göz atıp İskandinavya’nın muazzam peyzajını ve sinemasını keşfetme vakti.
King Of Devil’s Island
Marius Holst’un yönetmen koltuğunda oturduğu, 2010 yılı Norveç yapımı olan bu sinema filmi “thriller” kategorisine giriyor, yani gerilim filmi olarak adlandırılabilir. Bu film bizi 1. Dünya Savaşı yıllarına götürüyor. O yıllarda, Bastøy Island Prison adında epey acımasız olarak nam salmış, “sorunlu” çocukların toplandığı bir hapishane ev sahipliği yapıyor filme. Yani bir nevi ceza infaz kurumu. Bu kanunsuz, soğuk adada bulunan hapishanede, Stellan Skarsgård’ın canlandırdığı asi bir çocuk olan Håkon ile yeni mahkûm edilen Erling (Benjamin Helstad) deyim yerindeyse isyan bayrağını çekiyor. Bu sinema örneği gerek çekimleriyle gerek dramatik sahneleriyle izleyiciye fevkalade başarılı bir geçmiş döneme bakış olanağı sunuyor.
Let The Right One In
Bu örneğimiz ise İsveç’ten geliyor. 2008 yapımı, Tomas Alfredson’un yönettiği bu filmde; karlı, sessiz ve karanlığıyla tedirginlik hissi veren Stockholm sokakları burada mekânsal bir bütünlük sunuyor İskandinavya peyzajıyla. Orijinal ismi Låt den rätte komma in olan bu sinema örneği korku filmi kategorisine koyulabilir, fakat bilinen salt korku filmlerinden ayrıldığı özgün noktaları da var. Mesela IMDB’nin kategorileştirmesine bakacak olursak, film aynı zamanda drama ve romans kategorilerine de eklenmiş. Özet olarak bir şeyler yazmamak daha uygun olacak gibi bu film için. Zaten filmin konusunda vampir karakterinin işlenişi yeterince büyüleyici ve aynı zamanda korkutucu dense yeterli olacaktır herhalde. Kesinlikle izlenmeli!
The Hunt
Kuzey sineması mevzubahis olup da Mads Mikkelsen demeden geçmek herhalde yakışık almaz olsa gerek. Hannibal’daki oyunculuğuyla da tanıdığımız Mikkelsen, Lucas adında bir ana okulu öğretmenini canlandırıyor. Orijinal ismi Jagten olan 2012 yapımı bu film belki de toplumsal yaşantımızın en acı verici tehlikelerinden birini gözler önüne seriyor: İftira. Thomas Vinterberg’in yönetmenliğini yaptığı bu Danimarka filmi adeta defalarca izlenilesi.
We Are The Best!
“İyi de bu İskandinav sinemasında hiç keyifli, huzur verici örnekler yok mu?” sorusunu duyar gibiyim. 2013 yılında vizyona giren ve yönetmen koltuğunda Lukas Moodyson’ın oturduğu Vi är bäst! İsveç menşeli, “Punk is not dead” (Punk henüz ölmedi) mottosunu işleyen epey keyifli bir sinema örneği. Burada ana karakterlerimiz bir punk grubu oluşturmaya hevesli 3 kız çocuğu. Fakat meselenin ilginç yanı bu 3 kızın hiçbir çalgı aleti yok ve bunun için epey çaba sarfetmek zorundalar. 1982 yılını konu alan bu film, hakikatten insanın içini açan, bir parça huzur veren pozitif bir sinema örneği olarak karşımıza çıkmakta.
Pusher
Tarih olarak nispeten eski bir film Pusher bu listedeki filmlere kıyasla. 1996 yılında vizyona giren bu film Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da bir uyuşturucu satıcısını konu alıyor. Danimarka sinemasının başarılı örneklerinden biri olan bu film, Kim Bodnia’nın canlandırdığı Frank’in küçük ölçekli bir “drug dealer” olarak nasıl büyük uyuşturucu baronları tarafından sömürüldüğünü konu alıyor. Gerilim düzeyi gayet tadında ve “underground” (yer altı) yaşamının tüm keşmekeşini hiç çekinmeden gözler önüne seren Pusher’ın yönetmen koltuğunda Nicolas Winding Refn oturuyor.
Bir not: Ayrıca Mads Mikkelsen de zor tanınanacak bir imajla karşımızda.
Oslo, August 31st
Joachim Trier’in 2011 yılında bitirdiği bu filmin Norveç sinemasının başarılı örneklerinden biri olduğu inancındayım. Ana karakterimiz olan Anders (Danielsen Lee) eski bir uyuşturucu bağımlısı ve şu an “recovery” (tedavi) sürecinde. Tedavi olduğu sağlık merkezinden bir iş görüşmesine gitmek için izin alan Anders, Oslo’nun sokaklarında gezerken eski dostlarıyla da denk geliyor. Belki konu çok ilginç gelmemiş olabilir, fakat filmi izledikten sonra bireyin iç dünyasının ne kadar fevkalade işlendiğini, insan olmanın ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaksınız. Kanımca, Norveç sinemasından gelen şahane bir drama örneği bu film.
Headhunters
2011 yapımı, Morten Tyldum’un yönettiği, Norveççe’de ismi Hodejegerne olan bu filmde hemen hemen herkesin tanıdığı ya da aşina olduğu bir yüz var: Kendisi Game of Thrones’un başarılı ve karizmatik oyuncusu Jamie Lannister, yani gerçek ismiyle Nikolaj Coster-Waldau. Headhunters ise suç ve gerilim kategorilerinde karşımıza çıkıyor. İşlenen konu ise çalınan çok değerli bir tablo ve onu geri getirmek için peşine takılan bir Headhunter. Jo Nesbø’nun romanından sinemaya uyarlanan bu “Scandi-thriller” (İskandinav gerilim filmi) filmi izleyince ne kadar kaliteli bir kurguya sahip olduğunu ve nasıl başarılı bir şekilde sinemaya uyarlandığını fark etmeniz çok zaman almayacak.
After The Wedding
Ve Mads Mikkelsen bir kez daha karşımızda! Bu kez yardımcı oyuncu olarak da Westworld ve Borgen dizilerinden de popülaritesini iyice artırmış olan Sidse Babett Knudsen de var kadroda. Mads Mikkelsen’in oynadığı karakter Jan Mumbai’de bir yetimhanede yönetici olarak çalışıyor. Ardından, Danimarkalı büyük bir iş adamı tarafından yetimhane için yüklü bir miktarda bağış sözü alabilmek için ülkesine, Danimarka’ya bir düğüne gitmesi gerekiyor. Tabi bu yolculuktan sonra, Jan’ın geçmişi bir türlü onu rahat bırakmıyor ve birçok gerçek gün yüzüne çıkıyor. Bu gerçeklerden bir tanesi de onun daha önce hiç ama hiç bilmediği bir aile sırrı. Böylesine başarılı bir drama örneği olan 2006 Danimarka yapımı Efter brylluppet, Susanne Bier’in yönetmenliğiyle karşımızda. Şiddetle tavsiye edilmesi gereken bir sinema örneği!
Fusi
Fusi’yi listenin en sonuna koyma sebebim, başta İskandinav sinemasını tanımlarken kullandığım sıfatlarla uygun bir film denk getirme isteğimden kaynaklanıyor. Karanlık, soğuk ve depresif İzlanda dokusu filmde her an her dakika hissediliyor. Ana karakterimiz Fusi ise 43 yaşında, hala annesiyle yaşayan, gündelik hayatı tamamen monoton rutinlerden oluşan bir havalimanı personeli. Bir defasında annesinin isteğiyle bir dans kursuna giden Fusi’nin hayatı o günden sonra değişecektir. 2015 yapımı, İzlanda sinemasının başarılı drama örneklerinden biri olan Fusi’nin yönetmenliğini Dagur Kári yaptı. Fusi karakterini ise Gunnar Jónsson oynadı.