Hayao Miyazaki dünyanın en ünlü anime ustalarından biri. Şu anda 76 yaşında olan Miyazaki çoktan emekli oldu, ancak emekli olmak Miyazaki için işe sadece bir saat geç gidip bir saat erken çıkmak anlamına geliyor. Animasyon stüdyolarında hala çalışmalarını sürdüren Miyazaki, 2001 yılında uzun metrajlı son filmi olan Sprited Away’i yaptı. Miyazaki diğer yönetmenlerin aksine filmin her detayıyla kendisi ilgileniyor. Mesela filmin içindeki bir karakterin yürüyüşündeki hataları Miyazaki kendisi düzeltir ancak diğer yönetmenler için bu görevi üstlenen teknik direktörler vardır. Bütün detayları ile Hayao Miyazaki’yi çocukluğu ve ünlü olmadan önceki hayatı, mesleki hayatı, özel hayatı ve siyasi görüşü olmak üzere 3 ana başlıkta anlatacağım.
Çocukluğu ve Ünlü Olmadan Önceki Hayatı
Hayao 1941’de Japonya’nın başkenti olan Tokyo’da doğan Miyazaki, İkinci Dünya Savaşı zamanlarında kaotik bir ortamda üç erkek kardeşi ile büyüdü. Ortanca çocuk olan Miyazaki, bunun onun gelişimini fazlaca etkilediğini bir çok yerde söylüyor. Babası savaş uçaklarının üretiminde çalışıyordu. İlk çizimlerini büyük bir heyecanla uçaklardan etkilenerek yapmıştı. Çünkü onun için yerçekiminden kurtulmak hep özgürleştirici olmuştur, bu yüzden çizimlerinde sık sık uçaklara yer verdi.
Annesi ise Miyazaki’nin çocukluğu boyunca verem hastasıydı ve hep yataktaydı. Buna rağmen Miyazaki’nin hayatında pozitif bir etkisi her zaman vardı. Annesinden ötürü animelerindeki kadın karakterler oldukça güçlüdür ve onun filmlerinde hiç bir zaman cinsellik ön planda değil. O kadar hasta olmasına rağmen asla yakınmayan bir anneyle büyümek Miyazaki’nin filmlerindeki kadınların güçlü karakterler olmasını sağladı ve feminist bir tufan bütün filmlerine yansıdı. Hatta onun yarattığı kadın karakterlerden çok azı erkeklerden yardım ister diğerleri hep tek başına ya da kadınlarla savaşırlar.
İkinci Dünya Savaşı sonrası işgal günlerinde, Japonya yeni yeni amine ile tanışmaya başladı ve Miyazaki, Osamu Tezuka’nın Astro Boy karakterini kendi kendine çizmeye çalışarak ilk adımını atmış oldu. Söylentilere göre de çizgi romancı olma isteği lise yıllarında renkli anime filmi olan The Tale of the White Serpent’i izleyince açığa çıkmış. Gakushuin Üniversitesi ‘nde Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi bölümünü okurken çocuk edebiyatı ile ilgili bir topluluğa katılarak çizgi romanlara olan ilgisini daha da pekiştirdi.
Mesleki Hayatı
1963’te mezun olduktan sonra Asya’nın en büyük animasyon şirketi olan Toei Animasyon Şirketi’nde animatör olarak çalışmaya başladı ve burada animasyona dair ciddi eğitimler aldı. Toei’yi seçmesinin sebebi ise 1958 yılında Japonya’nın ilk uzun metrajlı animesi olan Legent of the White Snake (Beyaz Yılan Efsanesi) filmi ile Miyazaki’nin dikkatini çekmesiydi ve ona ilham kaynağı olmalarıydı. Çocukluğundan beri çizgi romanlara ve çizimlere ilgisi hep olmuştu ancak profesyonel olarak bu işe başlaması mezun olduktan sonra gerçekleşti.
Toei’de kelimenin tam anlamıyla animasyonun temellerini öğrendi. Yoğun bir şekilde bir çok eğitim aldı. Profesyonel hayatına sanatsal hiyerarşinin en alt tabakasından başladı. Büyük bir sabırla ve zahmetle karakterlerin ve nesnelerin hücre hücre içlerini doldurdu. Yaptığı işten çok keyif alan Miyazaki bütün enerjisini bu işe verdi. Çalışma arkadaşlarının hayal gücüne hayran kalan Miyazaki çok geçmeden onlara çok değerli fikirler vermeye başladı. Çok zaman geçmeden de animatörler birliğinde lider oldu.
1971 yılında Takahata’da çalışmaya başladı. İnatçı bir şekilde Pippi Longstockings çizgi romanını animasyona çevirmek için çabaladı ve başarısız oldu. Fakat başarısızlığıyla barışık olan Miyazaki sıkı bir şekilde çalışmaya devam etti. 1979’da yönettiği ilk önemli animasyon filmi Lupin 3 başarıdan başarıya imza attı.
Miyazaki, 1985’te iki arkadaşıyla birlikte Stüdyo Ghibli’yi kurdu. Bu stüdyoya Japonya’nın Disney’i deniliyor. Logosunu Komşum Totoro filmindeki ikonik karakter olan Totoro’dan aldı.
Stüdyonun iç ve dış yapısı çalışanların yaratıcılıklarını artıracak şekilde tasarlandı. Kişisel alanlar her çalışan için ayarlanmış durumda olan bir stüdyodur. Aynı zamanda Miyazaki, çalışanlarına patron olarak değil her zaman iş arkadaşı olarak yaklaştı. Böyle davranmasında siyasi görüşünün yanı sıra ilk iş yeri olan Toei animasyon şirketinden deneyimlediği güzel ortamın etkisi vardı.
1997’de kapalı gişe rekorlarını kıran Princess Mononoke’nin yapımcısı olan Hayao Miyazaki, bu animeden sonra Japonya’nın en çok bilinen animecisi oldu ve arka arkaya kapalı gişe rekorlarını kırmaya devam etti.
1998’de Hayao Miyazaki Stüdyo Ghibli’den gözlerinin eskisi gibi olmadığından ve ürettikleri yapımların sanat kalitesi yönüyle artık garantisinin olmayacağını düşündüğünden dolayı ayrıldı. Bir yıl sonra ise aldığı bu kararın yanlış olduğunu fark ettikten sonra genç animatörlere liderlik yapma amacıyla geri döndü ve bu şekilde çalışmaya devam etti.
Özel Hayatı ve Siyasi Görüşü
Eşi Akemi Ota ile 1964’te Hayao Miyazaki’nin ilk iş yeri olan Toei Animasyon Şirketi’nde çalışma arkadaşı olarak tanıştılar. İki erkek çocukları oldu. Çocuklarından birisi de babasının yolunu seçerek anime sanatçısı oldu.
Miyazaki’nin çocukluğu savaşla geçtiği için militarizme hep karşı durdu hatta bu duruşunu Porco Rosso amimesinde net bir şekilde sergilemiştir. Mesela Porco Rosso’dan iki ayrı replik paylaşmak istiyorum;
-“Vatanperver Hisseleri” alarak ulusumuza yardımda bulunmaya ne dersiniz?
-Ben bir domuzum. Bunu “insanlar” yapsın.
-Hey, patron… Savaşın ödül avcılığından ne farkı var ki?
-Savaştan para kazananlar katildir. Ödül avcıları ise sadece aptaldır.
Porco Rosso’nun hikayesi İtalya’da savaş pilotu olan Marco’nun bir kaza sonucu domuza dönüşmesiyle başlar. Bu olaydan sonra Marco kırmızı uçağıyla tek başına ödül avcısı olarak yaşamaya devam ederken bir anda şöhret peşinde olan Amerikalı pilotun onun uçağını düşürür ve macera dolu bir serüvene başlar. Porco Rosso’da Marco’nun uçağını düşüren pilotun Amerikalı olması tesadüf değildir ve Miyazaki Amerikan yaşam kültürü ile ilgili şunları söylemiştir:
“…ama ben Amerikan kültüründen hoşlanmıyorum, ve bizi her yandan kuşatmış Amerikan tipi yaşam stilinden haz etmiyorum. Rekabeti kutsayan, tüketimi tanrılaştıran bu vahşi düzen, bu medeniyet eninde sonunda bir gün sona erecektir.”
Amerikan kültürüne dair iddialı cümleler kuran Miyazaki, aynı zamanda her fırsatta nükleer enerji karşıtı eylemlerini sürdürmeye devam etti. Miyazaki tarihinde nükleer atom bombasını yaşamış bir ülkenin nasıl nükleer enerjiye olumlu baktığını anlayamadığını bir çok röportajında dile getirdi. Tarihi geçmişin yanı sıra Japonya’nın volkanik patlamalar sonucu oluşmuş bir ülke olması nedeniyle de nükleer karşıtlığını şu şekilde ifade etmiştir:
“Ben Saitama’da yaşıyorum, afet haritalarına göre büyük bir depremde gelecek tsunami benim evimin olduğu bölgeyi yutacak. Tokyo’nun yakınında Fuji Yanardağı var. Hepimiz biliyoruz ki bu yanardağ bir gün patlayacak. Böyle doğal afetlerin sık sık olduğu depremler, volkanlar ülkesinde nükleer santral olmaz.”
Nükleer enerji konusunda Miyazaki oldukça mantıklı argümanlarla birlikte 2011 yılında nükleer enerjiden gelecek olan elektriği stüdyo Ghibli olarak kullanmayacaklarını açıkladılar.
Son olarak yazımı bitirmeden önce Miyazaki yapımı olan en sevdiğim karakteri paylaşmak istiyorum. O da Ponyo filmindeki insan olmak isteyen bir Japon süs balığı karakteridir. Film beş yaşında bir çocuk olan Sosuke’nin Ponyo ile tanışması ile başlar. Denizlere tekrar dönmesini istemesine rağmen Ponyo’nun reddetmesi ile insan olmakla balık olmanın arasına sıkışmış bir serüveni izleriz. Sizin de Hayao Miyazaki hakkında bildiğiniz ilginç bilgileriniz varsa lütfen yorum olarak ekleyin.