Andrey Tarkovski, Rus sineması ve hatta dünya sineması denince akla gelen en büyük yönetmenlerden biridir hiç şüphesiz. İz Sürücü (Stalker), Ayna (Mirror), Kurban (The Sacrifice) gibi unutulmaz filmlerin yönetmeni olan Tarkovski’yi dramaturji, sinematografi ve kullandığı metafizik temalar bakımından özel kılan pek çok unsur bulunuyor.
Biz de bu yazıda Andrey Tarkovski’nin hayatı, sineması ve felsefesi hakkında her sinemaseverin bilmesi gereken şahane bilgiler sunmak istiyoruz. Haydi başlayalım…
Karmakarışık Bir Çocukluk
Andrey Tarkovski, 4 Nisan 1932’de Sovyet Rusya’nın Yuryevets bölgesinde doğdu. Şair ve çevirmen Arseny Tarkovski ile redaktör Maria Vishnyakova’nın çocuğu olan Andrey Tarkovski’nin çocukluğu Yuryevets şehrinde geçti. Arkadaşları tarafından hareketli ve popüler bir çocuk olarak nitelendiriliyordu. Tarkovski’nin babası 1937’de orduya katılmak üzere evden ayrıldı. Annesiyle birlikte yaşayan yaşamaya devam eden Tarkovski, 2. Dünya Savaşı’nın bitimine yakın Moskova’ya taşındı. Tarkovski burada piyano dersleri alıyor ve sanata ilgi duymaya başlıyordu. 1948 kışında verem olan Tarkovski, yönetmenlik yıllarında “başka şehre taşınma, tahliye, terk eden baba, hastane hayatı” gibi konuları filmlerinde kullanacaktır.
Arapça ve Maden Mühendisliğini Yarıda Bıraktı
Okul çağlarına geldiğinde Tarkovski yaramaz ve dersleri zayıf bir öğrenciydi. Buna karşın liseden mezun olmayı başaran Tarkovski bir dönem Moskova’da Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde Arapça eğitimi aldı. Birkaç dönem bu bölüme devam ettikten sonra Metal ve Altın Enstitüsü’ne geçiş yaptı ve bir yıl boyunca ıssız Rusya bozkırlarında araştırma yaptı. Yani şimdiki adlarıyla söylersek, Tarkovski Arap Dili ve Edebiyatı ile maden mühendisliği bölümlerinde birkaç yıl okudu. Ve daha sonra sinema okumaya karar verdi.
Film Okulu Yılları
Maden mühendisliği okurken çıktığı bir yıllık araştırmadan dönünce, yani 1954 yılında, Tarkovski Devlet Sinematografi Enstitüsü’ne başvurdu ve yönetmenlik bölümüne kabul edildi. Aynı sınıfta eğitim gören Irma Raush ile 1957 yılında evlendi.
Erken Kruşçev dönemi, genç yönetmenler için pek çok fırsatlarla doluydu. 1953’ten önce sinemaya ayrılan bütçe oldukça düşüktü. 1953’ten sonra ise bu bütçe artırıldı ve genç yönetmenlere daha çok film çekme imkanı tanındı. Yani Kruşçev yönetimi, Sovyetler Birliği’ndeki baskıları bir miktar azalttı ve ülke içinde batı Avrupa ve Amerika menşeili sanat eserleri de bilinir hale gelmeye başladı. Tarkovski işte bu süreçte İtalyan yeni-gerçekçilik akımını, Fransız Yeni Dalga sinemasını; Bergman, Bresson, Kurosawa, Bunuel, Andrzej Wajda, Mizoguchi gibi yönetmenleri tanımaya başladı. Bu etkiler sayesinde Tarkovski’nin zihninde auteur’luk kavramının filizleri atılmış oldu.
Film okulunda Mikhail Romm’un öğrencisi olan Tarkovski, bu isimden oldukça ilham aldı. 1956 yılında Ernest Hemingway’in bir öyküsünden uyarlama olan Katiller (The Killers) adında ilk kısa filmini çeken Tarkovski daha sonra maden mühendisliği okurkenki anılarından hareketle Concentrate adında bir de senaryo yazdı.
Tarkovski’yi etkileyen bir diğer isim de film okulunda ders veren yönetmen Grigori Chukrai oldu. Tarkovski’nin yeteneğini keşfeden yönetmen ona “Clear Skies” adındaki filminde asistanlık görevi verdi, ancak Tarkovski kendi projeleri üzerinde çalışmak için bu teklifi reddetti.
Okuldaki üçüncü yılında Tarkovski, Andrey Konchalovski ile tanıştı. İkili, özellikle sinema konusuna iyi bir sinerji yakaladı ve “Antartika – Uzak Diyar” olarak çevirebileceğimiz bir senaryo yazdı. Ancak bu senaryoyu satmayı başaramadılar. Sonunda Tarkovski’nin mezuniyet filmi olan “Silindir ve Keman” adlı kısa filminin senaryosu için para bulundu. Hatta bu film 1961 yılında New York Öğrenci Filmleri Festivali’nde büyük ödülün sahibi oldu. (Bu filmi hemen yukarıdan izleyebilirsiniz.)
Yönetmenlik Kariyeri
Tarkovski’nin ilk uzun metraj filmi 1962 yılında çektiği Ivan’ın Çocukluğu adlı film oldu. Bu filmin yönetmenliğini Eduard Abalov’dan devralan Tarkovski, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülü aldı. Aynı sene oğlu Arseny dünyaya geldi.
Cannes Film Festivali’nden Tam 9 Ödül Aldı
1965 yılında Andrey Rublev adlı 15. yüzyılda yaşamış bir Rus ressamın hayatını konu alan aynı bir film çeken Tarkovski çeşitli bürokratik nedenlerle filmi ancak 1969 yılında gösterime sokabildi ve bu film Cannes Film Festivali’nde FIBRESCI ödülü aldı.
1970 yılına gelindiğinde eşi Irma Raush’tan boşandı ve 1965’ten beri birlikte olduğu Larissa Kizilova ile evlendi. 1970 yılında Kizilova’dan da Andrey adında bir oğlu oldu.
1972 yılında Stanislaw Lem’in Solaris adlı romanının uyarlaması olan Solaris’i tamamladı ve film Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülü ve yine FIBRESCI ödülü aldı.
1973-1974 yıllarında Ayna adlı filmi üzerinde çalışan Tarkovski, bu filmde otobiyografik unsurlara bol miktarda yer verdi. Aynı zamanda şair olan babasının şiirlerinden de esinlendi. Film başlangıçta Rus devlet yetkilileri tarafından pek iyi karşılanmadı, film elitist olarak değerlendirildi. Film bu yüzden “üçüncü kategori” olarak değerlendirildi. Bu kategorideki filmlerin ülke genelinde dağıtımı kısıtlı olarak yapılıyordu. Yine aynı şekilde üçüncü kategoriye ait film çeken yönetmenler, devletin parasını israf etmekle suçlanıyor, bir sonraki proje için tehlike yaşıyorlardı.
1975 yılında Tarkovski, Hoffmanniana adlı bir senaryo üzerinde çalıştı. 1976 yılında Moskova’da Hamlet oyununu sahneledi. Anatoly Solonitsyn, bu oyunda Hamlet’i canlandırdı ki bu aktör daha sonra yönetmenin birkaç filminde de yer aldı.
Stalker 3 Senede Tamamlanabildi
Tarkovski’nin Sovyetler Birliği’nde yönettiği son film İz Sürücü, yani Stalker oldu. Arkady – Boris Strugatsky’nin Roadside Picnic (Yol Kenarında Piknik) adlı romanından uyarlanan filmin çekimleri 1976 yılında başladı. Görüntü yönetmeniyle yaşanan sorunlar, 35mm filmlerin yanlış banyo ettirilmesi, Tarkovski’nin kalp krizi geçirmesi gibi nedenlerle film 1979’da tamamlandı ve Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülüne layık görüldü.
Aynı yıl eski dostu Andrey Kochalovski’nin 18. yüzyıl çarlarından Peter Alexeyeviç’in hayatını anlatan İlk Gün (Pervyj Dyen) adlı senaryosunun üzerinde çalışan Tarkovski, filmin Goskino (Sovyetler Birliği Sinema Kurulu) tarafından onaylanması için senaryoyu bir miktar değiştirdi. Tarkovski, Sovyetler Birliği’ndeki ateizm propagandasına eleştirel yaklaştığı bölümleri teslim ettiği senaryodan çıkardı. Filmin çekimlerinin yaklaşık yarısı bittiği bir sırada Goskino yetkilileri, kendilerine sunulan senaryo ile çekimi yapılan senaryonun farklı olduğunu anladı. Tarkovsi bunun üzerine çok sinirlendi ve elindeki görüntülerin büyük bir kısmını imha etti. Sonuç olarak uğradığı sansürler ve baskılar nedeniyle bugün İlk Gün adlı bir Tarkovski filmi bulunmuyor.
Sovyet Rusya Dışındaki Kariyeri
1979 yazında Tarkovski arkadaşı Tonino Guerra ile birlikte “Voyage In Time” adlı bir belgesel çekmek üzere İtalya’ya gitti. Daha sonra Nostalji adlı filmin senaryosunu tamamlamak için tekrar bir kez daha İtalya’ya gitti.
Tarkovski 1982 yılında Nostalji’nin çekimlerine İtalya’da başladı ve bir daha ülkesine dönmedi. İtalya’dan bulduğu fonlar aracılığı ile filmi tamamlayan Tarkovski, Cannes’tan iki ödül aldı. Rus yetkililerin bu filmin Altın Palmiye almasını engellemeye yönelik hareketleri Tarkovski’nin bir daha Rusya’ya dönmeme kararı almasında etkili oldu.
1984 yılının büyük kısmını Kurban‘ın senaryosuna çalışarak geçiren yönetmen, Milano’daki bir basın toplantısında bir daha Sovyet Rusya’ya dönmeyeceğini resmen açıkladı.
Ölümü – “Melekleri Gören Adam”
1985 yılında İsveç’te Kurban‘ı çektikten sonra Tarkovski’ye akciğer kanseri teşhisi kondu. 1986’da Paris’te tedavi görmeye başlayan yönetmenin son filmi olan Kurban, aynı sene içinde Cannes Film Festivali’nden iki ödül aldı. Tarkovski rahatsızlığı nedeniyle bu törenlere katılamadığı için ödülleri oğlu Andrey aldı.
15 Aralık 1986’da günlük defterine son olarak şunları yazdı:
“Artık hiç dermanım kalmadı ve bu büyük bir sorun.”
29 Aralık 1986’da Paris’te vefat eden Tarkovski, Paris’teki Rus mezarlığına defnedildi. Mezarı Rus heykeltıraş Ernst Neizvestny tarafından yapıldı. Tarkovski’nin mezar taşında “Melekleri gören adama…” yazmaktadır.
İlham Kaynakları
Andrey Tarkovski 1950’lerden itibaren yönetmen olarak film çekmeye başladı. Bu dönemse Kruşçev’in yönetime geçmesiyle başlayan bir tür rahatlama dönemi olarak görülür. Yani bu dönemde Rus toplumu farklı toplumlarla kısıtlı da olsa etkileşime geçmeye başlamıştır. İşte bu dönemde Tarkovski de pek çok Avrupalı, Amerikalı ve Japon yönetmenle tanışmış, onların filmlerini izlemeye başlamıştır.
Tarkovski, arkadaşı Shavkat Abdulsalmov’un ifadesine göre Japon filmlerini oldukça beğeniyordu. Filmlerdeki tüm karakterlerin kendilerine has özellikleri olmasından ve sıradan olayların bile büyük bir ustalıkla sinemaya aktarılmasından etkileniyordu. Ayrıca Japon söz sanatı Haiku’yu da çok seven Tarkovski, bu minik şiirlerin kendileri dışında başka bir şey ifade etmeyecek şekilde imajlar üretebilmesini önemli buluyordu.
Andrey Tarkovski’nin Favori Filmleri
Tarkovski 1970 yılındaki bir röportajında o zamana dek sinemayı gerçekten anlayan birkaç yönetmen olduğunu düşünüyordu. Bu röportajında ise 10 favori filmini sıralıyordu. Bu filmler şöyleydi:
Diary of a Country Priest
Mouchette
(Robert Bresson)
Winter Light
Wild Strawberries
Persona
(Ingmar Bergman)
Nazarin
(Luis Buñuel)
City Lights
(Charlie Chaplin)
Ugetsu
(Kenji Mizoguchi)
Seven Samurai
(Akira Kurosawa)
Woman in the Dunes
(Hiroshi Teshigahara)
Bu listede sadece City Lights’ın sessiz döneme ait olması ise önemli bir şey söylemektedir. Tarkovski, sinemayı taze bir olgu olarak görüyor ve filmlerin sessiz olarak çekildiği dönemi adeta ısınma dönemi olarak değerlendiriyordu.
Ticari sinemaya her fırsatta itiraz eden Tarkovski buna karşın The Terminator’u oldukça beğendiğini şöyle ifade ediyordu: “Filmin gelecek vizyonu ve insan-kader arasında kurduğu ilişki, sinemanın bir sanat dalı olarak sınırlarını zorlamasına katkı sağlıyor.”
Sinema Tarzı
1962 yılındaki bir röportajında Andrey Tarkovski şöyle demiştir:
“Tüm sanatlar elbette entelektüel bir altyapı gerektirir. Ancak bence duyguya ve yüreğe en çok hitap eden sanat dalı sinemadır.”
Tarkovski sineması metafizik unsurlar, uzun planlar ve pek çok eleştirmene göre “güzel görüntüler” üzerine kuruludur. Rüyalar, anılar, çocukluk, evin içine damlayan yağmur, yansımalar onun sinemasının alamet-i farikalarıdır. Sembolizmin en sıkı kullanıldığı filmler, genelde onun filmleridir.
“Zamanı Yontmak”
Andrey Tarkovski “zamanı yontmak veya zamana şekil vermek” adını verdiği bir sinema teorisi de geliştirmiştir. Buna göre sinema kendine has özelliği nedeniyle bizim zaman deneyimimizi alıp onu değiştirir. Filmlerinde uzun planlar ve az kesmeler olması nedeniyle seyircilere filmdeki sahneyi gerçek olarak yaşıyormuş hissi bu teorinin uygulanma şeklidir esasında.
Tarkovski’nin bazı filmlerinde filmin renkleri değişir. Örneğin Stalker‘da filmin büyük bir kısmı sepya olmasına karşın bir süre sonra film renkli hale gelir. Tarkovski’nin renkli filme karşı şüpheyle yaklaştığını da belirtmek gerekir bu noktada. O, insanların gündelik hayatta renkleri pek fark etmekdiklerini, bu nedenle sinemada renklerin belli bir durumu vurgulamak için kullanılması gerektiğini savunur. Filmin tamamının renkli olması seyircinin dikkatini toplamasına engel olur ona göre. Renkli filmleri, hareket eden fotoğraf ve resimlere benzeten Tarkovski, renklerin hayatı gerçekçi bir şekilde tasvir etmek için fazla güzel olduğunu düşünür.
İlham Verici Tarkovski Sözleri
Son olarak gelin, büyük yönetmen Tarkovski’nin ilham verici bazı sözlerine bakalım.
→ “Sanatın kimseye bir şey öğretmediği apaçık ortadadır. Zira insanlık 4000 yıldır hiçbir şey öğrenememiştir.”
→ “Bin kişi tarafından okunan bir kitap, aslında bin farklı kitaptır.”
→ “Daima hayata kolayca adapte olamayan insanları sevmişimdir.”
→ “Hedefim sinemayı müzik, şiir, resim gibi sanat dallarıyla aynı seviyeye çıkarmaktır.”
→ “Bir filmin başarılı olması için mutlaka filmdeki sahnelerin ve manzaraların belli hatıralarla ve şiirsel çağrışımlarla dolu olması gerektiğini düşünmüşümdür.”
→ “Düşüncelerini seyircilere aktarmaya çalışmayın. Bu nankör ve bir o kadar beyhude bir çaba olur. Bunun yerine insanlara hayatı gösterin.”
→ “İnsan işkence çektiği için, şüphe duyduğu için yazar. Kişi, kendisini kendisine ve başkalarına kanıtlamaya ihtiyaç duyar. Peki ya ben dahi olduğumu biliyorsam? O zaman neden yazayım? Yazmanın ne anlamı var ki o zaman?”
→ “Sadece iki kişinin düşünceleriyle ilgileniyorum: Biri Bresson, diğeri de Bergman’dır.”
One Comment
Leave a Reply