Günümüzün ekonomik ve politik koşullarında, dünyayı saran gerginliklerin önemli bir kısmı bizim ülkemizde geçmekte.
Bu yüzden, az çok bu konularla ilgili olan herkes bir noktada kaygılarla baş edemez duruma gelmiş vaziyette. Hatta yalnızca her gün haberlere bir göz atmak bile, hepimizi yarın hakkında endişelendirmek için yeterli sayılabilir. Ancak bu durum, sandığınız kadar “normal” ya da “kabul edilebilir” değildir, çoğunlukla, her gün içine uyandığımız, günlük hayatımızı etkileyebilecek kadar güçlü kaygı bozukluklarının da medikal bir adı var: Anksiyete ile tanışın!
Anksiyete Nasıl Tarif Edilir?
Hani şu içinizde, genellikle göğsünüzün ortasında, kalbinizin hemen yanında çoktandır şişmekte olan bir balon var ya… Ya da sürekli soluk almanızı bastırır gibi olan bir doluluk hissi size tanıdık geliyor mu? Sanki bir an boş verseniz, kendi kendine taşacak içinizden… işte pek çok insan yaşadıkları kronikleşmiş anksiyete sorunlarını bu şekilde tarif ediyorlar.
İnsan Kalbiyle Düşünür
takipçi satın al
Bu hissin kalbimize yakın bir şey olması ise yeni bir şey değil. Antik Mısır’da bulunan pek mumya, bugüne kadar korunmuş mükemmel beden biçimleri ile ünlüdür. Evet, bu sizin için de yeni bir bilgi olmayabilir, ancak bütün organlarının tek tek neredeyse otopsi yapılır gibi bir özenle çıkarıldığını biliyor muydunuz? Özel bir sıvı ile kaplanıp dondurularak yerlerine olduğu gibi geri konan bu organların neredeyse hiçbiri bulunana ve yeniden oksijenle temas edene kadar ciddi bir sorun yaşamamış, tanınmaz bir bozulmaya uğramamıştır.
Ancak araştırmacılar, ilkel cerrahinin ve tıbbın da kaynağı sayılan bu mumyalama işlemleri sırasında, çok ilginç bir bilgi ile karşılaşıyorlar, mumyaların kafataslarının içinde, beyin bulamıyorlar. Bugün, taparcasına saygı duyduğumuz bedenimizin kontrol merkezi Antik Mısır için o kadar önemsiz ki, ucu kıvrık bir kanca ile ölünün burnundan giren mumyacılar, beyni kazıyıp çıkarıyorlar. Onlara göre bu çamur parçası yalnızca ağırlık yapıyor. Ve Antik Mısır’daki inanış şunu söylüyor: İnsan, kalbiyle düşünür.
Bütün duygusal dalgalanmalarımızın kalp hastalığı riskimizi artırdığı uzunca bir zamandır bilinmekte. Bütün bu bilgiler ışığında, hem kalbimize hem de ruh sağlığımıza daha iyi bakabilmek için, anksiyete konusunu detaylı bir şekilde incelemeye başlayabiliriz.
Anksiyete veya Kaygı Nedir?
Kaygı, insanların yaşamı tehdit edebilecek iç ve dış çevredeki herhangi bir olasılığı tehlike olarak görülmesi ile başlar. Yakın ya da uzak çevremizdeki herhangi bir durumun tehlike potansiyeli üzerinden yorumlaması sonucunda oluşan rahatsız edici duygulardan biridir. Telaş, endişe, ya da kısa bir değerlendirmenin ardından hemen gelen çaresizlik hissi gibi duygularla da ilişkilendirilebilir.
Anksiyete ya da kaygı bozukluğu durumunu, başka bir deyişle bu duygusal deneyimi yaşayan kişi olduğumuzu varsayalım. Bizde rahatsızlık ve endişe yaratan olay, aslında bizim için doğrudan tehlikeli de olabilir. Ya da tam aksine, kaygı düzeyi artıran bu durum, olayı kendi bakış açımızla değerlendirmemizin sonucu olarak tehlike olarak anlamlandırılmış da olabilir. Ayrıca doğrudan deneyimlediğimiz herhangi bir olay ya da durum olmasına gerek yoktur, bazen aldığımız bir haber de bu duygularımızı tetikleyebilir. Kaygı; bir duygu, bir yaşantı, bir belirti, bir bozukluk veya bozukluk grubu olabilir.
Ama Ben de Kaygılanıyorum Bazen…
Kaygı, hepimiz tarafından belli zamanlarda yaşanabilecek olağan bir tepki aslında. Belirli düzeydeki kaygı, oldukça doğaldır. Yaşama güdümüzü uyanık tuttuğu için gereklidir hatta. Çünkü bizi tehlike veya tehdit karşısında kendimizi korumaya yönelten, harekete geçirme işlevi gören de bu mekanizmadır. Karşıdan karşıya geçerken bir anda yolda beliren çok hızlı ve kontrolsüz giden aracı fark ettiğinizde anksiyete hissetmenin oldukça doğaldır. Bu kadar sert bir örnek olmasına da gerek yok aslında. Gireceğimiz sınavdan önceki gece, topluluk önünde konuşmaya başlamadan önce, sevgilimizin ailesiyle tanışacağımız o gün, potansiyel sevgilimizle ayarladığımız ilk randevuda, hatta bazen otobüs beklerken bile birçok kaygı gelip bizi bulabilir.
Stephen King’in o muhteşem yapıtı “O”nun kurgusunda bolca bulunan bu tanıdık balonun arada sırada etrafımızda süzülmesi oldukça iyidir aslında. Anksiyete hissiyatının amacı yaşamın uyumlu ve dengeli sürmesini sağlamak olarak düşünülebilir. Bu nedenle her kaygı duyduğumuzda koşarak doktora gitmemize gerek yok. Yani dürüst olalım, gördüğüm böcek kafam kadardı. Elbette çığlığı basacaktım.
O Zaman Neden Anksiyete Bozukluğu Diye Bir Şey Var?
Anksiyete duygusunda yaşanan bozukluk, daha çok bu duygunun yaşam yönetimimizin bir parçası olmaktan çıkıp bütün kontrolü ele almaya çalışmasından kaynaklanıyor.
Yoğun kaygı yaşadığımızda olaylara ve olgulara, tehlikeyle orantısız, uygunsuz ve abartılmış yanıtlar verebiliyoruz. Düşüncelerimiz ve kurgularımız genellikle geleceğe yönelik olmaya başlıyor. “Worst case scenario” denilen en kötü ihtimale odaklanıp felaketi öngörebilir ve tehlikeyle ilgili zihinsel görüntüleri de içeren bir sarmalın içerisinde sıkışmaya başlayabiliriz.
Örneğin; kalabalık karşısında konuşma korkusu olan bir kişi konuşmasından önce, “ya hazırladığım notları birbirine karıştırırsam?” “Bu konuda konuşmak için günlerdir hazırlanıyorum ama ya bütün bildiklerimi bir anda unutursam?” şeklinde bir kaygıya kapılabilir. Kendini komik bir duruma düşmüş, giysileri yamulmuş, eksilmiş, donakalmış, anlaşılmaz derecede kekeler şekilde hayal ederek gününü gecesini zehir edebilir.
Şimdi bütün bu ihtimaller, tabi ki bir anda hayatımızın ortasında belirmezler. Önce bir haber uçurup, “müsaitseniz öğleden sonra oturmaya geleceğiz” derler. Şimdi bu belirtilere beraberce bir göz atalım.
Anksiyete (Kaygı) Belirtileri Nelerdir?
Bu kötü düşünceler, anksiyete oluşturabilecek durumlarda sadece akla gelmiyor ayrıca bedensel birtakım sinyaller de veriyor olabilir. Örneğin anksiyete yaşadığımız durumlarda sadece gerilip, en kötüsünü düşünüp, kafamız karışmıyor. Bütün bunların yanında ağız kuruluğu, çarpıntı, sıcak ya da soğuk terlemek, nefes alamamak, sinirli olmak, baş ağrıması, kaslarımızın istemsiz gerilmesi de anlık belirtiler içinde yer alabiliyor. Eğer anksiyete durumunun güne yayılan etkilerine bakarsak sindirim sistemimiz en büyük darbeyi alan taraf oluyor. Anksiyete bu sisteme kendini ishal ya da kabızlık, sık sık idrar için tuvalete gitme, midede yanma, kasılma, bulantı gibi şikayetlerle ortaya çıkarıyor.
Peki Neden Oluyor bu Anksiyete?
Eh elbette bizi böyle altüst eden bir durum tek bir sebebe bağlı değil. Diş ağrısı gibi, çektirince kurtulamayabiliyoruz. Hatta tam aksine, anksiyete bedensel, çevresel ve psikolojik hatta genetik birçok faktörün birbirini etkilemesi sonucunda ortaya çıkabilir ve gelişebilir. Bir travma ya da yaşanan kötü bir olay sonucunda ortaya çıkması da oldukça muhtemel bu durumun. Daha önce hiç düşünmediğiniz kadar kötü ihtimaller, hiç beklemediğiniz ir zamanda gerçekliğe dönüşünce, bazen beyniniz kendini geleceğe karşı güvenceye almak için, sanki bu olan dışı ya da uç noktada bir durum değilmiş de olması gereken buymuş gibi davranabilir.
Genetik kısmına geldiğimizde ise anksiyete bozuklukları ile ilgili yapılan aile çalışmalarında, genetik yatkınlığının da bir faktör olduğuna dair veriler bulunduğu bilinmektedir. Anksiyete bozukluğu olan hastaların birinci derece akrabalarında diğerlerine göre daha fazla kaygı bozukluklarına rastlanmıştır. Bunun sebebi ise, bu anksiyete duygusunu ayakta tutma halinin bir nevi tetikte olmaya benzemesi olabilir. Çünkü bir survival skill, yani hayatta kalma becerisi olarak, evrim sürecinde en çabuk devredilen özellikler arasına rahatlıkla girebilir.
Bu durumda, kalıtımsal bir yatkınlıktan söz etmenin yanı sıra, biyo-kimyasal alanda yapılan çalışmalarda da, adrenalin-noradrenalin, kafein, karbondioksit, seratonin seviyesinin artmasının veya azalmasının kaygı bozuklukları ile ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca bazı sodyum, laktat gibi nöro-kimyasal maddelerin yoğunluğuyla, kişide yapay olarak kaygı oluşabildiği de görülmüştür.
Tabi bütün bu somut faktörlerin, elle tutulacak kadar ciddi durumların yanı sıra bir de içimizde kopan fırtınalar var. Anksiyete bozuklukları, bir ilişkinin beklenmeyen bir zamanda sona ermesi, şiddetli tartışmalar, yakın birinin kaybı gibi psikolojik durumlar eşliğinde de ortaya çıkabilir. Tabi bu durumların, bizi sürüklediği başka durumlar da var. Mesela aşırı alkol kullanımı, gerçeklik algısıyla oynadığı için anksiyete bozukluğuna sebep olabiliyor. Ya da bazı ilaçların kullanımı, korkutucu ya da üzücü bir olay yaşamış olmak da bu etkenler arasında sayılabiliyor.
Anksiyete (Kaygı) Hangi Sıklıkta ve Kimlerde Görülür?
Şimdi “Acaba bende de anksiyete var mıdır ki?” diye telaşa kapılıp, kendi kendinizi anksiyete sahibi etmeden önce gelin, sakin olun, yazıyı beraberce bitirelim.
Anksiyete bozuklukları ruhsal sorunlar içinde en sık görülen rahatsızlıklardan biridir. Aslında oldukça yaygındır ve bu yüzden çözmek için birçok araştırma yapılmaktadır. Yapılan çalışmalara baktığımızda, yaşam boyu yaygınlığının %10 ile %25 arasında olduğunu görmekteyiz. Bu da kolaylıkla gelip geçebilecek bir şey olduğuna işaret edebilir.
Anksiyete bozukluklarının, kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görüldüğü biliniyor. Bir kişi üzerinde ne kadar çok baskı ve sorumluluk hissederse, omuzlarındaki ağırlığın o kadar arttığını düşünürsek, bu o kadar da şaşırtıcı değil. Kaygı bozukluğu durumu, çoğu zaman çocukluk ve erişkinliğe geçiş döneminde başladığı bilinen bir durumdur. Yani hayatımızın iplerini elimize almaya başladığımızda, gerilebiliyoruz.
Anksiyete (Kaygı) Bozukluklarında Tedavi Süreci Nasıl İşler?
Öncelikle sakin ol, derin nefes al denilerek aşılabilecek kadar basite alınacak ve indirgenecek bir şeyle karşı karşıya olmadığımızı hatırlatmakta fayda var.
Anksiyete bozuklukları, psikolog ve psikiyatrist gibi ruh sağlığı uzmanlarından yardım alınarak, onlarla birlikte çözüme kavuşturulması gereken bir sorun. Tedavi süreci içinde, psikoterapi ve ilaç yardımı almak da sık rastlanan bir durum.
Hastalığın seyri ve belirtilerin şiddetine göre uzmanlar tarafından uygun tedavi yöntemi belirleniyor ve elbette bu durum da kişiden kişiye değişiklik gösterebiliyor. “Arkadaşımla bana aynı teşhisi koydular, farklı sıklıkta başka başka ilaçlar kullanıyoruz!” diye dövünmek, bu noktada anlamsız yani. Nezle değilsiniz çünkü.
Gerekli duruma göre psikoterapi ya da ilaç tedavisi ayrı ayrı ya da birlikte de uygulanabilir.Anksiyete bozukluğu için hangi tedavi yöntemi seçilirse seçilsin, süreklilik için başlangıçta hastaya ve yakınlarına, öncelikle hastalığının ne olduğu, sebepleri ve tedavi aşamasının süreçleri konusunda bilgi verilmesi kısmı ise, herkes için gerekli ve oldukça önemlidir.
Kendinizi ve kaygılarınızı hafife almayın. Onlarla başa çıkmak, yok saymak ve onlarla yaşamaya çalışmaktan emin olun ki çok daha kolay olacaktır.
Psikoterapinin temel hedeflerinden biri, anksiyete bozukluğu yaşadığımızda şikayetlere neden olan ve altta yatan faktörlerin belirlenmesidir. Çünkü tedavi planı aslında buna göre de yapılandırılmaktadır.
Israr Edin, Sabırlı Olun!
Terapi süresince genellikle kişiye duygu, düşünce ve davranışlarını anlaması ve kaygıyı yönetebilmesi öğretilir. Böylece, birbirine paralel birden fazla hedefe ulaşılması da amaçlanır. Kullanılan tekniklerle istenmeyen davranışlarımızın ve hislerimizin azaltılması veya sonlandırılması çok önemlidir. Çünkü bu şikayetler anksiyete bozukluğu deneyimlerken yaşam kalitemizde ciddi bir düşüşe ve iş hayatımızda da sosyal hayatımızda da başarısızlığa yol açar. Ayrıca, nefes ve gevşeme egzersizleri ile uzmanlar tarafından bize kendimizi kontrol altına alabilmemiz ve kendimizi rahatlatmamız öğretilebilir.
Naçizane ufak bir öneri de bizden gelsin. Anksiyete hissini ziyadesiyle arttıran “Ya öyle olursa” ya da “Of böyle olmasın!” dileklerinin yerini, “Umarım şöyle olur, umarım iyi gider” kalıplarıyla değiştirmek baya işlevsel. Bizden duymuş olmayın, ama düşünce sistemini kurulu olduğu temele oynayan bu taktik, test edilmiş ve onaylanmıştır.
Anksiyete bozukluğu tedavisinde gereken durumlarda ilaç tedavisine de başlanır. Öyle hemen gözlerinizi büyütmeyin, başınız ağrıdığında ağrı kesicileri yutmayı biliyorsunuz. Buradaki ilaçlar da tamamen tedavi odaklı. Öyle düşünün. Zaten genellikle bizi rahatsız eden mevcut belirtiler ortaya ilaca başvurulur. İlacın kullanım şekli ya da bırakılması ise kesinlikle doktor kontrolü altında gerçekleşmelidir.
İşte, böyleyken böyle. Anksiyete bir ihtimal ve pek de güzel değil. Ama baş edilemez de değil. Nasıl derler, iyi düşünelim, iyi olsun!