Küresel ısınma, atmosfere salınan gazlar nedeniyle oluşan sera etkisinin sonucu, Dünya üzerinde yıl boyunca kara, deniz ve havada ölçülen ortalama sıcaklıklarda görülen artışa verilen isimdir. Tanımını yapmış olsak da sanıyorum ki artık küresel ısınmanın anlamını bilmeyen kalmadı. Aslında sorun anlamlarda, tanımlarda değil. Sorun olayın ciddiyetini anlayıp, harekete geçme noktasında başlıyor. Küresel ısınmanın sonuçları önlenebilir mi? Yaşayacak başka bir dünyamız yokken hükümetler bu sorun için neler yaptı? Neler yapıyorlar?
Küresel ısınma nedeniyle yükselen su seviyeleri yüzyıllar içinde ada ülkelerini sular altında bırakacak şekilde erimeye devam ediyor. Ülkeler arası sanayileşme ve ekonomik farklılıklar ülkelerin ortak kararlar almasını zorlasa da, bu güçlü gidişatın durdurulabilmesi için ülkelerin 1988’den beri imzaladığı uzun vadeli ortak bazı düzenlemeleri ve anlaşmaları mevcuttur. Bunları incelemek gerekirse, hükümetlerin üzerinde anlaştığı ilk önemli yasal adım olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ‘nden başlamak doğru olacaktır sanırım. Sözleşme, 1992 yılında Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda imzaya açılmış ve ülkelerin onaylamasıyla 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten beri her yıl taraflar ”COP’ olarak adlandırılan konferanslar düzenlemekte ve dünyanın geleceğini belirleyecek önemli anlaşmalar imzalamaktadırlar. Bu anlaşmalardan küresel ısınmanın sonuçlarına karşı en etkin olan anlaşmalar: Kyoto Protokolü ve Paris İklim Anlaşması’dır. İşte bu anlaşmalar ve diğer önemli düzenlemeler ile ilgili bilinmesi gerekenler.
Kyoto Protokolü
1997”de imzalanan Kyoto Protokolü ‘nün amacı ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere çekmektir. Anlaşmaya göre gelişmiş ülkelerin 2008-2012 yılları arasında atmosfere saldıkları karbondioksit miktarını yüzde 5’e indirmeleri gerekirken, gelişmekte olan ülkeler sadece sera gazı envanteri raporu vermekle yükümlüdürler.
Kyoto Protokolü, 2012 yılında yasal olarak bağlayıcılığı olan tek antlaşma olması sebebiyle 2020’ye kadar uzatılmıştır. Protokol gereğince karbon salınımının azaltılması için sanayi kuruluşlarının karbon salınımını kontrol altına alması ve yeni geliştirilen teknolojilerin çevrenin yararına olması şart. Bu sebeplerden dolayı antlaşmada büyük yükümlülük gelişmiş ülkelere düşmekte. Ancak atmosfere karbon salınımı en yüksek olan ülke ABD, bu protokolün ekonomisine büyük zarar vereceğini düşünerek protokolü imzalamadı. Türkiye ise protokolü 2009 yılında imzaladı. Ayrıca protokol karbon kredisi adıyla resmen atmosfere salınan karbondioksit üzerinden ticaret yapılmasının önünü açmıştır. Şöyle ki, protokol gereği her ülkenin havayı belli oranda kirletme hakkı oluyor. Hakkının hepsini kullanmayan ülkeler, kullanmadığı karbon kredisini kendi sınırını aşmış olan ülkelere satabiliyor. Antlaşma bu şekilde yeni bir pazar oluşmasını sağlamış. New Energy Finance’ın tahminlerine göre 2020 yılında global karbon ticretinin 1 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Kanada 2018’de her ton karbondioksit emisyonu için minimum bir fiyat yüklemeyi planlıyor ve Çin bu yıl bir ulusal pazar oluşturmayı planlıyor.
Paris İklim Anlaşması
2015′ de gerçekleştirilen Paris İklim Zirvesi (COP 21) oldukça hareketli geçmişti. Çevreciler yapılacak zirveden güçlü ve yapıcı anlaşmalar beklemedikleri için protestolar yapmak istemiş; fakat zirvenin Paris saldırılarından yalnızca 16 gün sonra toplanması nedeniyle çevrecilerin protestolarına izin verilmemişti. Böylece çevreciler zirve sırasında 2 yaratıcı eylemle liderlerin dikkatini çekmeye çalışmışlardı. Bunlardan ilki Cumhuriyet Meydanı’na ayakkabıların bırakılıp içine dünya liderlerine iletilmek istenen mesajların bırakılmasıydı.
İkinci etkileyici eylem ise bir gece yarısı 80 sanatçının emeğiyle hazırlanan afişlerin 600 reklam panosuna yerleştirilmesiydi. Reklam panosu afişlerinin içinde siyasilere karşı yapılan alaylı posterlerde mevcuttu.
Siyasileri zorlayan bu 2 etkili eylem sonrası 175 ülke tarafından Paris İklim Anlaşması imzalandı. Anlaşmanın asıl amacı ülkelerin karbondioksit salınımlarını azaltarak Dünya’nın sıcaklık artışının 2 dereceyi aşmamasını sağlamak. Anlaşma gereğince şeffaf bir yapı oluşturularak ülkelerin emisyon salınımları kontrol edilecek ve sözünü tutmayan ülkeler üzerinde baskı kurulacak.
Kyoto Protokolü 2020’de biteceği için hukuken bağlayıcılığı olan uluslararası tek anlaşma Paris İklim Anlaşması olacak. Ayrıca Kyoto’dan farklı olarak ABD’de Paris İklim Anlaşmasını imzaladı. Yine Kyoto’dan farklı olarak gelişmekte olan ülkelerden yılda en az 100 milyar dolar destek alınması hedefleniyor. Türkiye’den ise yenilenebilir enerji kaynaklarını artırarak karbon salınımını %21 azaltması bekleniyor. Siyasiler anlaşmayı tarihi olarak nitelendirirken; Greenpeace gibi çevreci örgütler, anlaşmayı yetersiz buluyor.
Montreal Protokolü ve Viyana Ozon Tabakasının Korunması Sözleşmesi
1985’te Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) öncülüğünde “Ozon Tabakasını Koruma Hakkında Viyana Sözleşmesi” imzalanmıştır. Viyana Sözleşmesi, ozon tabakasının sistematik gözlenmesi, CFC gazları üretiminin izlenmesi ve bilgi paylaşımı hususlarında hükümetler arası işbirliğinin sağlanması için yapılmış bir antlaşmadır. 16 eylül 1987 de ise 150den fazla ülke temsilcisi Kanadanın Montreal kentinde toplanarak, ozon tabakasının incelmesine yol açan maddelerin üretimi ve kullanımı konusunda protokol imzalamışlardır. Protokolün amacı, dünya çapındaki emisyonlara neden olan maddelerin insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle bu gazların salınımlarını kontrol altına almaktır.Türkiye, protokole 1991 yılında katılmıştır. Montreal Protokolü’nün yürürlüğe girmesinden bu yana, ozon tabakasını delen maddelerin atmosferik yükünde azalma tespit edilmiş. Ayrıca, ABD Çevre Koruma Ajansı‘nın haberine göre Montreal Protokolünün de insan sağlığı üzerinde de etkisinin olması bekleniyor. Hazırlanan raporda antlaşma saayesinde ozon tabakasının korunması, Birleşik Devletler’de 280 milyon cilt kanseri vakası, 1.5 milyon cilt kanseri ölümünü önleyeceği tahmin ediliyor.
Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi
BM çölleşme ile mücadele Sözleşmesi 1994 de Paris’de kabul edilmiştir. Sözleşmenin asıl amacı kuraklığın etkilerini azaltmak ve çölleşme ile mücadeleye dikkat çekebilmektir. Ayrıca, çölleşmeyle mücadele ve kuraklığın etkilerini azaltmak için, ülkelerden sürdürülebilir kalkınma politikaları çerçevesinde stratejiler belirlenmesi istenmiştir. Başta Afrika olmak üzere dünya ülkelerinde su ve gıda ürünlerini tehlikeye atan arazi bozulmalarının onarılması ve bozulan arazilerin ıslahı için de gelişmiş ülkelerin fon ayırması beklenmiştir. Sözleşmede Türkiye de taraftır. Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi Taraflar Konferansı 2015’de Türkiye’de yapılmış. Böylece Türkiye ilk kez bir Birleşmiş Milletler sözleşmesinin taraflar konferansına ev sahipliği yapmıştır.
1992 Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi
Sözleşme’nin amacı, kendi başına bir değer olduğu kabul edilen biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir kullanımının gözetilmesi, devletlerin vatandaşlarını biyolojik çeşitliliğin değeri ve önemi konusunda bilgilendirmesi gerekmektedir. Ayrıca genetiği değiştirilmiş bitkiler ihraç eden ülkeler için de gıda güvenliği ve çevre korunumu konusunda düzenlemeler yapılmıştır. 194 üye ülkesi olan sözleşme diğerlerine bakılarak daha esnektir. Ülkeler kendilerine belirlenen hedeflere nasıl ulaşacağını kendi belirler. Taraflar yetkili uluslararası örgütlerle işbirliği yapmaları ve korunaklı alanlar kurmaları ve gerekli araştırmaları yapmaları konusunda etkili bir sözleşmedir.
Rotterdam Anlaşması
Rotterdam sözleşmesi tehlikeli kimyasalların ticareti sırasında uygulanması geren güvenlik talimatları, kısıtlamaları belirtir. Böylece tehlikeli kimyasalların uluslararası ticaretinde taraflar arasındaki sorumluluk ve işbirliğini desteklemeyi hedefler. Anlaşma sayesinde insan sağlığı ve çevreyi etkileyecek potansiyel zararlardan korunma sağlanıyor.
Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi
İnsan geleceğinin hava kirliliğinden korunması ve uzun menzilli sınır ötesi hava kirliliğiyle birlikte kademeli olarak önlenmesi için imzalanmıştır. Hava kirliliği sorunlarını geniş çaplı ele alan ilk yasal bağlayıcı sözleşmedir. Sözleşme Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) tarafından yönetilen Avrupa İzleme ve Değerlendirme Programı (EMEP) tarafından yürütülmektedir. Sözleşme, bilim insanlarının Avrupa’daki kükürt emisyonları ile İskandinav göllerinin asitlenmesini inceleyerek artık asitleşmeye karşı uluslararası mücadele işbirliğinin başlatılması gerektiğini işaret etmesi üzerine 1979 yılında imzalanmıştır.