in ,

Algoritmalar Aracılığıyla Dijital Mecralarda Yapılan Algı Manipülasyonu

Sosyal medya hesaplarınızda yüzlerce kişi arasından neden sadece sizin politik görüşünüzü, zevklerinizi paylaşan veya fiziksel olarak yakınında bulunduğunuz insanların paylaşımlarını çok daha sık gördüğünüzü düşündünüz mü? Bu komplo teorilerinin temel sebebi, sosyal medya sayfalarında sıkça kullanılan filtre baloncuğu denen bir kavram/algoritma bütününün sonucudur.

Filtre Baloncuğu?

Filtre baloncuğu kavramı, bir çok sosyal medya sayfasının kullandığı en temelde ise reklamcılara hitap eden bir algoritmadan ibaret aslında. En başta bu algoritma bütünü, sadece arama motorlarında yaptığınız aramaları temel alarak diğer sitelerde içerikleri/reklamları buna bağlı olarak göstermesiydi. Şu anda ise, arada bir check-in yaptığınız Swarm’dan sıkıldıkça açıp karıştırdığınız Facebook’a kadar hemen hemen her sosyal medya sayfasında hayatımızın bir parçası haline geldi. Şu anki etkisi ise sandığımızdan biraz daha büyük. Bu algoritmalar bütünü, sadece tek bir cihazdan değil, sosyal medya hesaplarını kullandığınız her cihaz üzerindeki internet hareketinizi takip ederek, bulduğunuz tüm içeriklerin bu çemberde kalmasını sağlıyor. Bu sayede, tek düşünce modeli altındaki en uçuk teoriler bile günlük hayatınızda karşınıza çıkabiliyor.

Kurgu Hayatımızın Gerçeği Haline Geldi

Filtre baloncuğu günümüzde çokça kullanılır. Şirketler sizin internet bilgilerinizi takip ederek size isteyebileceğiniz ürünleri, hizmetleri sunarlar ve içeriklerini buna uygun olarak ayarlamaya çalışırlar. Filtre baloncuğu kavramını yaygınlaştıran yazar Eli Pariser, aşağıdaki TED konuşmasında şöyle belirtiyor : “Ortada istenmeyen bir sonuç var. Bir filtre baloncuğunun içinde kısılı kaldık ve dünya görüşümüze karşı çıkacak ya da değiştirecek bilgiyle karşılaşmıyoruz.” 

Gerek Facebook haber akışı, gerekse Instagram ana sayfasındaki reklamlar olsun sosyal medyanın bize verdiği sonuçların tamamı kişiye özel şekillenmiş sonuçlar. Bu, sosyal medyanın temel amacının bizim mutluluğumuz olmasından kaynaklı. İyi hissetmenin etkileşim arttırdığı bu kısır döngü, bize gerekli zamanı harcatarak reklamcılar için daha kolay hedeflenebilir hale getiriliyor. Pariser’in konuşmasında bahsettiği ise, kaba tabir ile, bize yavaşça takılan birer politik at gözlüğü.

Pariser’in bunu konuşmasında anlatma şekli ise ilginç. Konuşması esnasında açmış olduğu bir Facebook paylaşımı altında sağ ve sol politik görüşteki arkadaşlarına, kendinin ne paylaşmasının daha iyi olabileceğini sorduğu zaman gelen yorumların bir kısmının bir süre sonra ortadan kalktığını görmüş. Bunu araştırdıktan sonra, karşısına çıkan cevap ise yine kendi yaygınlaştırdığı kavram olan filtre baloncuğu. Facebook, kendi algoritması gereği, Pariser’in tıkladığı linkler arasında sol kesimdeki arkadaşlarının linklerine daha fazla tıkladığının farkına vararak, sağ kesimde bulunan arkadaşlarının yorumlarını düzenleyerek görmemesini/daha az görmesini sağlamış. Filtre baloncuğu üzerinde bu sebeple birkaç küçük deney daha araya girmiş. İki arkadaşından, Mısır’ı Google üzerinden aratarak karşılarına çıkan sonuçların ekran görüntülerini istediğinde ise karşısına çıkan yine benzer bir sonuç. Bir arkadaşı 2011 yılında Mısır’ın iç işleri ile ilgili haberler karşısındayken, diğer arkadaşı Mısır için seyahat, genel bilgiler gibi bilgiler içeren linkler buluyor. Bunların, temel amaçta insanları birbirlerine bağlaması gereken Web’in, bunun aksine sadece kendimize göre şekillenmiş bir bilgi evreni yarattığını savunuyor Pariser.

2011’den bu yana ise haber kaynakları medya ile değişti. En büyük örneklerinden biri olarak Gezi Parkı Olaylarını verebileceğimiz bu gerçeklik, haber kaynağı olarak geleneksel medyanın ikinci planda kalarak internet ve sosyal medyanın birincil haber kaynakları haline gelmesi durumu. Bu durum yararlı olabildiği gibi bir çoğunuzun bildiği üzere bilgi kirliliğine de açık. Bu bilgi kirliliği yüzünden, kendinizin ya da doğrulanmamış kaynaklar aracılığı ile başkalarının düşüncelerinin etkilenmesi pek mümkün.

Nasıl Olabilir?

Bu konuyu sosyal medya bazında ele alacak olursak; yakın bir arkadaşınız sizi ilgilendireceğini düşünerek sizi bir paylaşım altına etiketler, siz linke tıklarsınız ve Facebook bunu sizin “ilgilendiğiniz” listesine ekleyerek size benzer içerikler sunmaya başlar. Ancak arkadaşınızın farkında olmadığı şey ise paylaşım doğru bilgiler içermemektedir ve istemsiz de olsa yukarıda açıklıyor olduğumuz sebeplerden ötürü sizi bir bilgi kirliliği seline sürükler.

Bir başka örneği ise kimimizin hayatında yer eden Facebook grupları. Bir gruba katıldığınız anda Facebook, kendi akıllıca planlaması sonucu size benzer içerikte paylaşımların yapıldığı grupları önerir. Konusuna göre çok masum olabilecek güzel bir uygulama. “Jazz Severler”, “Frieda Tutkunları” ve benzeri örnekler için kesinlikle konumuzla hiç bir alakası yok. Ancak konu “Dünya Düzdür” gibi gruplara geldiği zaman durum biraz daha çalkantılı bir hal alabilir. Sadece buradan gelecek olan grup önerilerini bir düşünün.

Öneri sisteminin yapacağı bu standart prosedür takipleri, bütünüyle otomatik olan filtreleme işlemleri arkasında iyi niyet yatıyor olsa bile açabileceği sorunlar ile karşıt görüş sunmaktansa, elde olan düşünceyi daha derine itebilmek adına daha işlevsel kalıyor.

Masrafsız Yayıncılık ile “Bilge Kalabalık”tan “Yaygın Saçmalık”a Sürükleyici Yolculuk

Gelin sosyal medyanın yol açtığı bir başka tatlı beladan söz edelim. Yukarıda bahsettiğimiz tüm sorunların başka bir körükleyicisi olan internet ile gelen masrafsız yayıncılık özgürlüğü. Bloglar ve sosyal medya ünlüleri bu konunun ilk ve en büyük örnekleri. Bu kanallar aracılığı ile belli bir kalabalığı kendi çevresine toplamaları ve kendi düşüncelerini yaymaları çok mümkün olan insanlar, herhangi bir konuda arada kalmış insanları toplayarak takip etmelerini sağlayabilir, hatta ve hatta yönetmeleri çok da zor değil. Bunları özellikle radikallik ve sözde-bilim dalları çevresinde görebilmeniz çok mümkün olan bir durum. Kısaca, klasik medyanın yaratmış olduğu doğrulama, editörlük, dağıtımcılık gibi denetim ve denge mekanizmaları artık masrafsız yayıncılık mekanikleri altında kalarak kaybedilmiş durumda.

Sosyal yayın platformları hepimizi içerik üreticilerine dönüştürdü ve interneti yetenekli, eskiden sesini çıkaramayan insanların duyulmasını sağlayan harika ve son derece önemli bir yenilik haline getirdi. Kalabalığın bilgeliğine her zaman inanıyoruz çünkü platformumuzun doğasında var olan kanı, iyi içeriğin fark edileceği ve kötü içeriğin internetin karanlık köşelerine itilecek olmasıdır. Ancak, marjinal içeriğin giderek yaygınlaşması artık bu kanının eskisi kadar doğru olmadığının kanıtıdır.

Peki Ya Komplo Teorileri?

Sosyal medya, dizayn gereği bizi etkileşimde tutmak durumundadır (her ne kadar bunu, bizleri reklamlara hedef yaparak olsa da) ve bu doğru olsun ya da olmasın popüler olanı yüzeye çıkarmak için tasarlanmıştır. Sosyal medyayı haber kaynağı olarak kullanan insanların sayısını düşünürsek (global düşünmeye gerek yok – sadece Türkiye’deki Twitter kullanıcı sayısı bile buna uygun bir kıstas olacaktır) doğru bilgi, bazen samanlıkta iğne aramak kadar zahmetlidir. Buna bilginin yayılma hızını da katarsanız zorluk seviyesi biraz daha artacaktır.

Örnek olarak ise Gezi Parkı Olayları sırasında yaşanan “portakal gazı” olayı verilebilir. Bilindiği üzere kullanılan standart biber gazının oranları ile oynanması üzerine, halk arasında inanılmaz hızlı bir şekilde kullanılan gazın Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’da kullanmış olduğu portakal gazı olduğu haberleri yayılmıştı. Sadece yerel kalmayarak Dünya basınına kadar sızmış olan bu haber kısa süre sonra devletin yapmış olduğu açıklama ile yalanlandı.

Bu ve benzeri olayların temel sebebi ise artık haberleri asıl kaynakların yazıyor olup, biz insanların bunu şekillendiriyor olması. Herhangi bir komplo teorisinin ya da bilgi kirliliğinin internet üzerinde derinlemesine araştırılabilir olmasının sebeplerinden biri de budur.

Peki Bilgi Kirliliği Ne Kadar Büyük?

Sosyal medyanın temel sorunu hırs kaynaklıdır demek yanlış olmaz. Genellikle asimetrik oluşundan kaynaklı olsa da, birçok meselede sosyal medyadaki aktif sesler komplocu içeriklerden oluşuyor. Aşıların otizme sebep olmadığı ya da 11 Eylül Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırının Amerikan Hükümeti tarafından yapılmadığı biliniyor. Ancak hala günümüzde bunlar üzerine “aydınlatmak” amacıyla uğraşlar vererek, onlarca içerik hazırlayan insanlar bulunuyor. Örneğin, geçtiğimiz ay içerisinde yapılan bir araştırmaya göre, Instagram ve Pinterest üzerinde aşı karşıtı ve destekçisi içerikler karşılaştırılarak yüzde 75 gibi bir oran ile aşı karşıtı paylaşımların daha fazla olduğu görülmüş. 2000’lerde yapılan benzer bir araştırma ise aşı karşıtı insanları sadece %25 oranında olduğunu gösteriyor.

komplo2

Bir diğer örnek ise Food Babe sayfası. Food Babe, Facebook üzerinde 1.1 milyondan fazla takipçiye sahip Amerikan temelli bir sayfa. Bu sayfadaki kişi ve #foodbabearmy adındaki takipçi kitlesi, GDO karşıtı “gıda güvenliği aktivistliği” ile yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde takip edilen bir topluluk. Topluluğun aktivizmi devam ettikçe ve ana haberlere düşecek kadar yayıldıkça, takipçileri bu işi bir tık daha abartarak büyük tarım ve gıda şirketlerini zorladıklarına ya da “satılmış” medyadan ötürü bu tarz tepkiler gösterdiklerine inanıyorlar.

Bu ve derine daldıkça daha da tuhaflaşan komplo teorilerinin neden var olduğuna dair birçok açıklama mevcut. Açıklamalar arasında lider ve kurumlara olan güvensizlik, orantılılık sapması (büyük olayların büyük sebepleri olması gerektiğine yönelik inanç) ve birçok örnek içeriyor. En önemli faktör olarak ise doğrulama sapması, yani bilgiyi, inanılan şeyi doğrulamak için kullanmak. Google ve internet sayesinde daha fazla bilginin olduğu dünya, bu tarz inanışların salgın gibi yayılmasını engellemiyor, aksine adım adım daha kötüye ilerletiyor.

Teknolojik Açıdan Bunu Düzeltmek İçin Ne Yapılabilir?

Eğer karşınıza bu ve bu tarz komplo teorileri çıkarsa, bunların etkilerini azaltmak adına herkesin hem atak hem defans oynaması gerekiyor. Peki bu nasıl olabilir ?

Öncelikle sosyal platform dizaynlarını gözden geçirmek gerekiyor. Tasarımın bizi geri götürmeye yönelik hangi adımları atmaları gerektiği asıl kritik nokta. Belki de bu tasarımın etik konusunda yaptığımız tartışmaları arttırmamız ve Facebook üzerine bahsetmiş olduğumuz iddialar bunu başlatabilir. Çünkü ürün tasarımlarının bu geri adımı atmaya kesinlikle niyeti yok ve bu tasarımın etkisi güçlenmeyle orantılı olarak devam edecek.

Diğer yandan platformlar bunu engelleyecek güce sahip. Google, “doğruluk sıralaması” olasılığını araştırıyor ki bu konu üzerinde en rahatlatıcı şey. Başlangıç olarak yol açık gözükse de kendine göre zayıflıklara ve güçlere sahip bir algoritma, düzenleme algoritmaları. Temel endişe ise siyaset kökenli komplo teorileri söz konusu olduğunda şirketleri “hakem” konumuna getirmek tehlikeli olabilir.

En nihai çözüm ise kendi filtre baloncuğunuzu oluşturmanız. Kendi baloncuğunuz kendi kontrolünüz altında ve tek bir gerçeğe sabit kalmamak, tamamiyle sizin kontrolünüzde.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

90’ların Unutulmaz “Yedi” Yarışma Programı

2016’da Spotify’da En Çok Dinlenilen Şarkılar